İnsan,

neyi düşündüğünü dâhi bilemez iken, nasıl bu kadar çok düşünebiliyor?

.. Şu sıralar bunu düşünmeye başladım, düşlediğim her düşü bir köşeye bırakıp. İnsanın hiç bir şekilde cevabını bulamayıp, bilinçaltının köşesine ya da zihninin derinliklerinde ki çöp kutusuna attığı bir olgu sadece. İnanılır gibi değil! Oysa ki beynime karşı hükümdarlığımı ilan etmiş, son bi’kaç yıldır tüm duygu ve düşünce hakimiyetini elime almıştım. Sadece; belirli bi’ olaya bağlı kalarak uyandırılma isteği duyulan bedlik ürünü olmaması beni bu kadar melankoliye iten. Boğazını kesip, kafasına sıktığım anılardan biri olmaması beni daha da derine itikliyor. Sepya bir görüntü var bu derinlikte ve ben bu renk tonlarını asla sevemiyorum.

Kendi ütopyasından ihraç edilmiş, siyaha bulanmış bi’ adamın distopyasını hayal edemezsiniz.

İstemediğim bi’ hayatın ortasına düşmekten korkuyorum.. İçimde bazı bazı çığlıklar var ve o kadar sessizler ki, bu sessizlik beni çeşitli intihar düşüncelerine sürüklüyor. Bastıramadığım bu sessiz çığlıkların sesi, bir kere daha, bir şehri daha terketmem gerektiğini söylüyor bana. Tam da olduğum yere ait hissetmeye başlamışken! Ki bu benim gibi biri için çok zordur, kendimi daha önce hiçbir yere ait hissetmemiş ben.. Tüm bu yaşanmışlıklar, tüm bu insanlar, tüm bu geçen zaman ve mekanlar.. Hepsi bi’ hiçi ifade ediyor tam da şu anda bana ve ben bunu kaldıramıyorum, ya da bunun ile yüzleşmek istemiyorum, bilemiyorum. Bir amelie soundtracki dinlerken dâhi birdenbire dehşete düşüyorum ve tüm bu düşünceler beynimi kemirmeye başlıyor. Bir filmi daha yarısında kapatıyorum. Sabah kahvaltıda bira içiyorum, akşam yemeğimde dolu bir tütün sarıyorum, gece yatmadan iki yumurta kırıyorum.. İnsanları sevemiyorum. Ağaçları görmezden geliyorum. Denize bakacak yüzüm yok. Yazdıklarımı tekrar okuyamıyorum, sevdiğim parçaları dinleyemiyorum, suyun tadını alamıyorum, kendimi hiç mi hiç tanımıyorum. Klasik müziğin ensemde oluşundan rahatsızlık duyuyorum. Çello çalan kadına bir sigara uzatıyorum, piyanonun başına ben geçiyorum. Fakat parmaklarım yok. Köşede sahipsiz duran arpın telleriyle nasıl bir intihar planlayabilirim diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Tüm vaktimi; nasıl daha az düşünebilirim? sorusuna cevap düşünerek harcıyorum.

İnsan neyi düşündüğünü dâhi bilemez iken, nasıl bu kadar çok düşünebilir?

İçimde, bir yerlerde, sessizliğini çözemediğim çığlıklarım var. Dehşet içerisindeyim ve midem bulanıyor. Fakat biliyorum ki bi’ tek benliğim var kusabileceğim. Belki de birden fazladır, bunu da çözemiyorum.. Gözlerimi kapattığımda hayatımın başladığı ve bittiği anları görebiliyorum fakat içerisinde bulunduğum bir hayatım yok. Önemli olan; kişi için yaşamın başlangıcı ve sonu değil de, tüm bu aralıkta yaşanan tecrübeler değil midir? Bütün bunlar anlamsız şimdi. Hepsi, hepsi bomboş.

Küçük bir matruşka bebeği çarpıyor gözüme. Fonda Chopin’den Funeral March çalıyor, siyahlara bürünüyorum. Matruşka bebeğin boğazını kesmek geçiyor içimden, fakat bir başkasının daha çıkacağını biliyorum içinden.

Geçen bi’ ölmüşüm..

Çok ölümler yaşadım kendi içimde, bir matruşka bebek misali.. Fakat hiç bir zaman bi’ başka ben çıkamadı içimden. Bu yüzden de bi’ süreliğine intihar etmeme kararı aldım. Herneise, bana yeni bir playlist gerekiyor. İçerisinde Fortuna’nın bulunmadığı, daha fazla funky, daha fazla blues ve country.. Biraz uyumalıyım. Yarın hayata tekrar dönmem gerekiyor, fakat nasıl yapacağımı bilmiyorum.

Ruhum acıyor. Tüm insan ırkına karşı duyduğum akılalmaz bir öfke var içimde. Ve ben, yıldızlara taşınmak istiyorum.

‘Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem.’

Ece Ayhan.

x

Lügat;

bedlik – bad’ mânâsı, kötü durum minvali.

funeral march – o hollywood filmlerinde duyduğumuz tabirane cenaze marşı.

fortuna – tabiri caiz değilse de insanın hayatını kaydıran bir klasik müzik eseri.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: