Aşkı şöyle tarif ediyordu, yüreğinin teklemesi eşliğinde; İki kişi birbirini farkettiğinde hemhal oluyorsa tüm hücreleriyle.. tarifi imkansız bir hissetme.. öyle ki bütün bütün açan ve büyüten ve öyle ki o garip hüznü, yüreğin en safi hafif hassas duyarlı dokusunda tatmak.. sürükleyici coşkun, yürek yakıcı, uzay zamandaki belki de tek “metafizik”…

***

Mutluluğumuzu cesaretsizliğe, kendimize güvenimizi çekingenliğe dönüştüren o esrarengiz etkiler nereden geliverirler?

İnsan gözle görünmeyen havanın, esrarengiz varlıklarına katlanmak zorunda olduğumuz meçhul güçlerle dolu olduğunu bile söyleyebilir neredeyse.

Çok keyifli, şarkılar söylemek isteyerek uyanırım.

Neden?

Su kıyısına giderim ve kısa bir mesafe yürüdükten sonra aniden sanki beni bir felaket bekliyormuş gibi bir duyguyla dönerim eve.

Neden?

Üzerimden geçen bir ürperti sinirlerimi dalgalandırmış ve keyfimi mi kaçırmıştır?

Gözlerimin önünden geçerken düşüncelerimi böyle bulandıran şey bulutların biçimi, göğün rengi ya da çevredeki nesnelerin o değişken renkleri midir?

Bunu kim bilebilir?

…..

“… En azından bu an için beni anlıyor musun? Hayır, beni deli olmakla suçluyorsun! Beni inceliyorsun, benden uzak duruyorsun! Soruyorsun: “Bu akşam neyi var bunun?” diyorsun. Ancak bir gün, benim bu korkunç ve hassas ıstırabımı önceden sezip kavrarsan, bana gelip sadece, “Seni anlıyorum!” de. Belki bir anlığına da olsa, beni mutlu edersin.” (Yalnızlık öyküsünden)

Seni anlıyorum Maupassant, seni anlıyorum.

Ve bu korkutucu olmaya başladı.. ve haklısın da;  Talih cesurdan yanadır.

***

Cicero, ‘Yaşlı Cato veya Yaşlılık Üzerine’ isimli kitabında “İnsanın içinde iyi ve mutlu yaşamaya dair en ufak bir istek yoksa, her yaşı ona ağır gelir” der.

Bazılarına göre yaşamak bir heves, bir iştah meselesi. Sorun insanın takvim yaşı olsaydı kendilerini öldürme eğilimi en yüksek olan yaşlar 15-30 arası olmazdı. Diğer taraftan belli bir yaşı aşabilmiş olmak da mutluluğu garantilemiyor.

Hep bir bekleme halindeyiz. Şu an yaşadığımız hayatın geçici, asıl olması gereken hayatın ileride bir yerde olduğu ve onu beklememiz gerektiği fikrine inanarak günleri, ayları, yılları geçiriyoruz. Çok emin konuşmayalım ama çoğumuz için bizi bekleyen bir şey yok.

İnsan fiziksel olarak dünyada yer kaplamaktan öteye geçmek ister. Buna da kısaca -yaşamak- diyoruz. O yüzden aslolan beklemek değil, harekete geçmek. Bunu bir yol gibi görüp yaşamı yoldan ibaret olanlar var. Hayata bir amaç için gönderildiğini düşünüp onun peşine düşenler var. Dünyaya ancak üreterek katkı sağlayabilirim diyerek aralıksız çalışanlar var. İz bırakmak için uğraşanlar, keşfedenler, zevk sürenler, kazananlar, kaybedenler, acı çekenler, acıyı sevenler, mutluluğa bağımlı olanlar, korkaklar, zayıflar, haddinden fazla cesurlar, iyiler, kötüler, var da var.

Zamanın bunları yaparken geçmesi çoğu zaman daha anlamlı gelebiliyor. Bekleyerek geçirenlerden bir fark var mı kesin biliyor muyuz..?Belki hiç de bilemeyeceğiz. Çünkü bir durumda maalesef böyle davranmıyor olsak da bir kerelik bir hak bu.

Bir videoda izlemiştim; Abbas Kiyarüstemi hastanede ölüme doğru giderken, hasta yatağında çok sevdiği bir şarkıyı, ‘Nobahari’yi dinlemek istiyor. Güzel sesli bir kadın hem çalıyor hem söylüyor. Şarkıda geçen bir söz var. diyor ki “Ölümümüzden sonra bir ömür daha lazım, çünkü bu ömrümüzü sadece umutlanmakla geçirdik.”

O sırada kamera Abbas Kiyatüstemi’nin yüzüne yakın çekim yapıyor. O meşhur koyu renkli camlı gözlüklerini biraz kaldırıp gözyaşlarını siliyor.

76 Yıllık hayatına 60’tan fazla film sığdırmış, İran sinemasının en büyük isimlerinden olmuş, ünü dünyaya taşmış bir adam, ölümün nefesini hissederken bir ömür daha isteyecek kadar seviyor yaşamayı. Belki hala yapamadığı bir dolu şey var, bir 76 yaş daha verseler yaşayacak. İşte bu iştah bir lütuf, ve bunun bir son kullanım tarihi yok.

 

 

– Teoman Attila

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: