Son sözlerini duyar gibiyim onun. Ağaçların meyvesi birer göbek bağı gibi rahminden ayırdığı yaprakları çalıyor kulaklarımızda. Bedenin, donuk çehreni fitilleyen ılık bir meltemi arıyor bu saatler. Bu gece başka bir ayaz var havada. Dudağında kırağını tutan krizantem çiçeğinin püskürttüğü parçaları topluyor diğerleri. Gecenin alacakaranlığına gelesiye gözleri kopçalı birer kese gibi açılır kapanırdı onun. Yine ona benzer bir hareketle gözleri mor halkalarındaki çizgilere çağırıyor uykusunu.

Mavinin galebe çaldığı yüzlere birden vuruyor içimizdeki çanlar. Seni bu yüzden seviyorum diyorum.  Benden iyi de işitiyorsun dediklerimi. Ayın kendine olan çıkmazına uzatıyorsun kollarını. Usturaya bileylenmiş tırnakların kadife elbisemi elektriklendiriyor. Ellerin uzaklarımı ne kadar da iyi bellemiş diyorum. Pencereyi açtım. En yumuşak patikanın ilerleyen çetrefiline aldırmadım. Hava soğuktu. Üstüne başına pek bir şey almazdı bu havalarda. Biliyordum, başı bir karış havadaydı onun. “Ben aldım diye mi takıyorsun o şapkayı?” diye sordum. Yaltaklanan sinsi bir sansar gibi  burnundan güldü bir de kıkırdayarak: “Sen aldın bana bunu koyu mavi gözlerini hatırlatır bana.” Biliyorum dedim. İnsan böyle gecelerde körlüğünü şapkanın altına sakladığı bir fil yapar. Bu filler kör noktasına giden bir ironi gibi insanın marazında da vardır.

Gece olabildiğince maviymiş. Ayın göğeren maviliğine şahittik ikimiz de. Ben çektiğim kapının, kalktığım yatağın ön cephesine bakıyormuşum. O ise sinsi bir sansarın başka numaralarını deniyordu. Ayın gözleri, yanakları, saçları bana benziyormuş. Güldüm. Kirlendi birden yüzüm. Gri duvarlara düşen bir damla nasıl emmezse üzerindekini ben de öyle yaptım. Elbisemin koluna siliverdim kirlenen yüzümü. Horladı beni ayın gözleri. Bir defa dönmemiştim sırtımı ona. Ben de az değildim. Çok kez bakmıyordum ona.

Gözlerime karanlığın mavi tabakasından başka mil çekmemiştim. Gözlerim  perdesini yırtmak isteyen yarasa kanatları gibi kıpırdıyordu. Epey bir sarıldık birbirimize. O, hareketsiz bir süre çenesini bana yaslamakla kaldı. Daha ne kadar kalacaktık bilmiyorum. Meleklerimize birer tütsü yakıp auroraları izlediğimizi varsayıyorum. İkimiz de koynumuzda ısıttığımız ciğerlerimize bir cepken dolusu ıslık doldurmuştuk. Hepsi de yeni yetmeliğimize gülen koca karıların çok sesliliğini fısıldıyordu. Sen o sırada ayı anlatırken bana yüzümün bir kenarına değdiğini hatırlıyorum mavi şapkanın. Meleklerse beyaz yalanları müjdeleyen taze nedimeler gibi seninle beni geceye süslüyorlardı. Başımı mağrur bir koket gibi kaldırıyorum. Sağlı sollu meleklerimden öğütler dinler gibi yapıyorum. Başımı yine çenene yaslıyorum. Bakmıyorum ayın kirli yüzüne.

 

– AYŞENUR AKIN

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: