Çok çalışmıştı. Gözlerini tam tamına iki gündür bir an olsun bile dinlendirmemiş, beynini birkaç saniye bile başka konulara yormamış ya da başka bir şeyi düşünmemişti. Bu iki gündür sadece çalışmış,  didinmiş, çabalamış ve o gireceği sınav için kendini harap etmişti. Uyandı. Ah, hayır.Gözleri bu ağır yükü artık kaldıramadığından dolayı otuz dakikalığına kapanmış -büsbüyük ve değerli bir otuz dakika- ve o ter içinde kalmış ve zonklayan başı kitabının önüne düşmüş, kısacası otuz dakika olduğu yere sızmıştı. Telaşlandı. Hem de ne çok!

O otuz dakikada neler yapılacağını düşündü. Eyvah! O otuz dakikada tüm arkadaşları belki de ondan daha fazla çalışmış ve o koskoca otuz dakikada ondan daha fazla soru çözmüş, o kocaman zaman diliminde eksik konularını kapatmış ya da hali hazırda zaten bildiği konuları tekrar etmiş ve bilgilerine bilgi katmışlardı.

O otuz dakika uyumasından dolayı belki de sınavda bir veya birkaç soru kaçıracak ve sıralamada yüzlerce rakibinin -öğrencinin- gerisinde bulacaktı kendini. Eh. Otuz dakika az bir zaman dilimi değildi sonuçta. Koskoca bir savaş -Mohaç Savaşı- bile 2 saatte neticelenebiliyorken kendisi bu büyük zaman aralığında hiçbir şey yapmamış, hiçbir eksiğini kapatmamış ve tamamen boş bir zaman geçirmişti. Zaman çok önemliydi çünkü sınavına sayılı günler kalmış ve noksanlarını giderip kendini başka öğrencilerin önüne atıp istediği üniversiteye, istediği bölüme girebilmesi için, daha “mükemmel ve bilgili” bir insan olabilmek ve etrafına faydalı işler yapıp o hayallerindeki ünlü olma isteğini gerçekleştirebilmesi için sadece dört günü kalmıştı. Ve bunun o değerli ve geçmişte kalan, geri getirilmesinin mümkünatı olmayan otuz dakikası vücudunun zayıflığı yüzünden ya da kendisinin çalışma disiplininin çok hafif olmasından dolayı bir hiç olmuştu.

Dört gün sonrasını düşündü. Sınav sabahı kalkacak ve heyecan içinde evin içinde saçma ve çaresiz bazı davranışlar sergileyecek, heyecanından dolayı vücudu kan ter içinde kalacaktı. Annesi ve babası onu sakinleştirmeye çalışacak ve ona destek olacaklardı. O gün ailesiyle acele bir şekilde kahvaltı yapacak ve bu kahvaltının tadı onun beynini dolduran düşünce ve pişmanlıkların hissini bastıramayacak, sadece midesini biraz daha dolu hissetmesini sağlayacaktı. Sonra evden daha iki akşam öncesinden acelece hazırladığı kıyafetlerini giyecek, heyecan ve soğuk bir sabah havası içinde babasının beş dakika önceden binip ısıtmaya çalıştığı arabaya binecek ve sınav yerine ulaşacaklardı. O sınav kapısından girerken tüm düşmanları onu gözlüyor ve onun bu sınavda istediği sonucu alamamasını umuyor olacaklardı kendi zihninde. Sırasına yerleşecek, dış dünyaya kapılarını kapatacak ve o anda kendisini bomboş ve beyaz bir odanın içindeymiş gibi hissedecek, kalbi daha bir sıkışacak ve kuvvetli bir öksürük tutacaktı zayıf bedenini. Sonra görevli kağıtları dağıtmaya başlayacaktı ve işte tam o anda o koca otuz dakika, bir pişmanlık olarak hücum edecekti beynine. İçinden kendisine küfürler saydıracak, bu dalgınlığından dolayı sınava odaklanamayacak ve imtihanı kötü geçecekti. Aman! Yine boş hayallere, düşüncelere dalmıştı ve bir otuz dakika daha geçmişti.

Zaten damarlarından hızlı bir şekilde akmakta olan kanı artık sanki alev almışçasına tüm vücudunda geçtiği her yeri yakıyor, nefesi daralıyordu. İçine düşen endişe, pişmanlık ve kendisine olan siniri tüm bedenini bir kefen gibi sarmıştı ve etrafını görememeye, sesleri duyamamaya başladı. O sırada bir daha uykuya daldı. Ancak ne otuz dakika sonra ne yarın ne sınav sabahı ne de sonrası… Bir daha uyanamadı.

 

– Gökhan Başar

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: