Miranda hiç bilmediği sokaklarda kaybetmişti kendini bu gece. Elinde kırmızı şemsiyesi, üstünde mavi kazağı, boynunda pembe fularıyla hiç tanımadığı, hiçbir anısına ev sahipliği yapmamış sokaklarda boylu boyunca dolandı. Ayakları ona küçük gelen ayakkabısından dolayı şişmiş; topuğu, ayakkabısının vurmasından kaynaklı kıpkırmızı olmuştu. Gezerken birden, hemen önünde beliren ilk kat balkona takıldı gözleri. Botanik bir ormanı çağrıştıracak türde ve çoklukta bitki bulunan balkon, ona bu sokakta tanıdık gelen tek yer olmuştu. Balkonun önünde durdu, başını hafifçe sağa doğru eğdi ve içeri hızlıca bir göz attı. İçeride en fazla on yaşlarında olduğu belli bir kız çocuğu vardı. Bağırmak istedi çocuğa. Ama karar veremedi. Bağırması, yardım istemesi neden olacaktı ki? Buraya bilerek ve isteyerek gelmemiş miydi? Şu an itibariyle hiçbir şeyden fazla emin olamadığını düşündü ve tüm bunları düşünürken kendini birden kahve tonlarıyla boyalı apartmanın ön kapısında buldu. Istemsizce ilk kat ziline bastı. Megafondan tatlı olduğu kadar tedirgin olduğu belli olan cılız bir kız sesi geldi:

  • Kim o?
  • Cevap vermedi Miranda. Bekledi. Kapı açılacak mıydı? Ses bir kez daha kulaklarına doldu:
  • Anneciğim, sen misin?

Korktu miranda. Elleri terledi. İnsan sebepsiz korkular duyar mı diye sordu kendine. Sorusunun yanıtını kapıdan gelen ses yanıtlamıştı. Kapıyı tek eliyle ittirdi. Açtı ve serin bir hava dalgasının ciğerlerine dolduğu apartmanın içinde ağır ağır ilerlemeye başladı. Hemen sağında duran kapıya zoraki, kaçamak bir bakış fırlattı. Çelik kapı yarıya kadar açıktı ve açık olan kısımda sıcak bir nefese dair hiçbir şey bulunmuyordu. Durdu Miranda. Içeri girmeli miydi? Soluğunun yarım saniye kadar kesilip tekrar normale döndüğünü fark etti. Tekrar küçük adımlarla ilerlemeye başladı. İçeri yavaşça süzüldü. Sol tarafında mutfak vardı. Fırından sevdiği bir koku geliyordu. Bir de tarçın… sanki bütün ev tarçın kokuyormuş gibi geldi bir anda. Kafasını mutfağın tam zıttı yönündeki odaya çevirdi. Burası salon olmalıydı. Oda karanlıktı. Pek bir şey seçemiyordu gözleri; odanın tam ortasında duran tekerlekli sandalye dışında. Emin olamadı. Yanıldığını düşündü. Odaya yaklaştı. Sokak lambasının sarı haleleri pencere pervazından aldıkları izinle odaya dolmaya çalışıyordu. Miranda kafasını toparlamaya çalıştı. Neredeydi? Bu denli sessizlik gerçekten normal miydi? Bu sırada tekrar tekerlekli sandalye dikkatini çekmişti. Sandalyenin sırtı kendisine dönüktü. Yanındaki sehpanın üzerinde bir bardak su vardı. Ellerini bardağın içine daldırıp parmağında kalan suları boynuna ve kollarına sürmeyi tahayyül etti bir an için. Hayalinin içine eden biraz önce megafondan duyduğu ses oldu:

  • 6 yaşımdan beri böyleyim. Her gün bu pencerenin önüne gelir insanları izlerim. Arada annem kitap okursa onu dinlerim. Sahi, çok güzel kitaplarım vardır. Onları görmek ister misin?

Kızın sesi haddinden fazla sakindi. Çekici yanı da bu olmalı diye düşündü Miranda. Ve çok uzun zamandan sonra ilk kez konuşabildi:

  • Neden olmasın?

Kız tekerlekli sandalyesinin hemen yanındaki sehpanın alt bölmesinden kitaplarını çıkardı. 6-7 kadar kitap vardı. Miranda’nın başı dönmeye başladı. Kaç aydır adet olmuyordu? 3? 4? Olur böyle şeyler diye düşündü ve odadan çıktı. Mutfağa meyletti. Çantasını açtı ve içinden siyah bir tel toka çıkardı. Havanın sıcaklığını ensesinde biriken terlerden anlıyordu. Saçlarını at kuyruğu yaptı ve çantasını koyduğu mutfak tezgahının üstündeki meyve bıçağı dikkatini çekti. Bıçağı eline aldığında üzerinde şeftali tortularıyla karışmış tozlar bulunduğunu farketti. Bıçağı lavaboda alelacele duruladı. Şimdi daha temizdi. Bıçağı sol göt cebine sıkıştırdı. Dar pantolonlar ne kadar rahatsız ederse etsin “güzellik her şeyden önce gelir” mottosuyla aldığı tüm pantolonların dar olmalarına ilk kez içerledi. Odaya ilerledi. Işığı yaktı. Kızın iki yandan tokalarla bağlanmış saçlarını süzdü ilk kez uzun uzun. Karanlıkta belli olmayan parlaklığına, duruluğuna hayran kaldı. Saçındaki tel tokayı tek hamlede çıkardı. Saçları tekrar özgürlüklerine kavuşmalarını dört bir yana dağılarak kutluyorlardı. Sol göt cebindeki bıçak, kalçasını acıtmaya başladı. Bıçağı çıkardı. Eline aldı ve en az siyah tel tokayı çıkarırkenki kadar hızlı ve tek hamlede bıçağı, kızın iki yana ayrılmış saçlarının tam ortasına sapladı. Müthiş bir hamleydi. Bıçak sert zemine çarpar çarpmaz tek bir noktadan kanlar fışkırmasını sağlamıştı. Çıkardı bıçağı Miranda. Ellerini kirleten kanlara bakıp hayatında belki de ilk kez çok samimi bir biçimde gülümsedi. Bıçağı bu sefer yüzünü hiç görmediği kızın, boynunun sağ tarafına dayadı ve bastırdı. Sağdan sola doğru çok derin bir şekilde kesti. Kızın boynunu hala havada tutan şeyin ne olduğunu anlayamadı. Bıçak elinden düştü. Kafasını havaya kaldırdı. Tavan diğer duvarlardan farklı olarak maviye boyalıydı. Elindeki kanlarla duvara birkaç başarısız yıldız çizdi. Kızın kafasını, derin yarıklı boğazından tutup havaya kaldırdı. Yüzünü ilk kez o an gördü kızın.

Çığlık atmak… aklına ilk gelen çözüm çığlık atmak olmuştu fakat atmadı. Ağlamak? Ah hayır! Bu çok acınası olurdu. Ve birden ıstırap dolu kahkahalar atmaya başladı. O kadar içten ve yüksek sesli kahkahalardı ki tüm şehir kendisini dinliyormuş gibi geldi bir an için. Kızın yüzünü düşünerek banyoya gitti. Klosetin kapağını açtı ve ayakta işemeye çalıştı. Olmadı. Oturdu sonra. Rahatladığını hissetti. Kalktı ve ellerini yıkamak üzere lavaboya uzandı. Lavabonun aynasından derin yarıklı boğazını, iki taraftan tutturulmuş saçlarını gördü. Gülümsedi. Aklına birden Gregor Samsa geldi…

 

– Atakan KIZILCIK

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: