Başarısız hikâyelerin sabahıydı ki ancak bu her zamankinden biraz farklı uyanıştı. Perdeler kapalı öylece tavana bakıyordu. Karanlık odayı aydınlatan hatalarını düşünürken yirmi beş yıldır yapamadıklarını ve hatta hiç yapamayacaklarını düşündü. Belki de bir yüzük sebepti bunların ortaya öylece çıkıvermesine. Anlam verememişti ve bir asır daha anlamayacaktı vazgeçtikten sonra gelenlerin kafasını. Dışarı çıkıp biraz gri havadan solumak istedi. Sigarasını yakarken durduk yere acı çekmeye başlamıştı ve birden şarkı söylemeye başladı. Komşularının onu duyup duymadığını merak etti. Ne olacak sanki diye içinden geçirdi çünkü bir Pazar günüydü ve yirmilerinde kız uzun zaman sonra gerçek bir şeyler hissediyordu. Tam da bununla yüzleşirken kapı çaldı. Birden istemsizce paniğe kapılmıştı. Komşularını aklından tamamen çıkarmış olsa gerek ki odasına yöneldi. Dağınık dolabından bir sweatshirt ve taytı üstüne geçirdi. Aynada şöyle bir kendisini kontrol etti. Evet tam olarak olması gerektiği durumdaydı. Hafif dağılmış saçları ve soğuk bakışları, renksiz suratıyla karşılaştı aynada. Ne olmuştu sahiden. Bir gece de miydi hepsi yoksa yirmi beş yılda mı?

            Kapının dürbününden bakarken boğazındaki düğümü fark etti. Ilık ılık bir şey indiğini hissetti içinden. Bir tahmini vardı ama kendi tahmininden bile korkuyordu. Ne yapacağını nasıl davranacağını bilemez halde geçmişi kafasından süzmeye karar verdi beklerken. Koridorun ışıklarını görebiliyordu. Her yanan sarı ışık sanki başka bir soruydu onun için. O anda büyülü bir kapısının olmasını istemişti. Girenin kaybolduğu, gidenin çıkamadığı… Neyse ki zilin sesi takıldığı yerden onu harekete geçirmeye yetti. Unuttuğunu sanmıştı simasını bu yüzden bitsin bir an önce diye kapıyı açıverdi hızlıca. İşte ordaydı, dikiliyordu yüzünde tuhaf gülüşüyle.’’ İnanmıyordun değil mi dedi’’ adam usulca ve içeriye yeltendi sormadan. Tam da ona göre bir hareketti. 2 yıldır düzenli olarak yaptığı tek şey buydu. Arada sırada öylece gelip kendini kızın kollarına atmaktan başka ne yapmıştı ki zaten. Ayakkabılarını çıkartmak için vestiyere oturdu. Kızsa öylece onu izliyordu. Adam yüzüne bakıp kollarını açtı. Kız isteyerek mi yoksa alışkanlıktan mı bilmeyerek ona doğru yöneldi.

            Yaptığının doğru ve ya yanlış olmadığını düşünmeden içeri almıştı çocuğu. Oysa ne  kararlıydı dün gece kız. Kaç kere söz vermişlerdi böyle kendi kendilerine. Gitmemelere gelmemelere. Çocuk dayadı kızın dudaklarına dudaklarını. Gerilim akıyordu vücutlarından öyle ki elleri titriyordu her ikisinin de. Kızın içinden kendini bırakmak geliyordu adamın kollarına. Adam ise onu alıp götürmek istiyordu. Ama öyle durup dakikalarca birbirlerinin nefeslerini dinleyebildiler sadece. İkisi de biliyordu bir gün bu anları acıyla hatırlayacaklardı. Çalan telefon ile kendilerine geldiler ve ayrıldılar birbirlerinden. Telefona bakmak yerine yüzüğü çıkardı çocuk. Ne yaptığını kendisi de bilmiyordu. ‘’Çok yakışacağını düşünmüştüm’’ dedi hiç olmadığı kadar nemli ve gür ses tonuyla. Kadın ve adamın gözleri o kutuya sabitlenmişti. Giriş kapısının hemen arkasında diz üstüne çömelmiş otururken bir son olduğunu kimse söylemiyordu. Hiç bu denli gerçek olan bir son yaşamamışlardı çünkü. Belki de onlara bu kaybolan hisleri bir daha kimse geri veremeyecekti.

 

– Merve KILIÇOĞLU

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: