Boşa bekleyiş, uzun sessizlik, tatsız yıllar, özlem…

İstanbul sokakları… Kasvetli bir hava sarmış ortalığı. Gökyüzü ağladı, ağlayacak. Yürüyor sert adımlarla. Biraz da telaşlı. Aklını kurcalıyor yağmurun bu ansız ziyareti. Gökyüzü ilk damlasını emanet etti yeryüzüne, temkinsizce.

Telaşına ortak oldu damlalar. Zarif ince bedenini sokacak bir delik aradı. Pembe, küçük, eski kek dükkânı. Sığınmak için ideal bir yer diye düşündü. İçeriye girdiği anda koku onu cezbetmişti. İçeride onu bekleyen küçük, mavi gözlere yöneldi.

“Bu güzel kokuyu neye borçluyuz?” diye sordu. Âdeta büyülenmişti.

Sorusuna sıcak bir tebessümle yanıt geldi.

“Özel tarifimizdir. Oturun lütfen. Bakalım kokusu kadar tadını da beğenecek misiniz?”

Bu sıcak teklife hayır diyemedi.

“Yanında filtre kahve lütfen.”

Miadını çoktan doldurmuş olan koltuklara yöneldi. İçeride müşteri olduğunu fark etmemişti. Yalnız başına oturan adamı görünce duraksadı. Cam kenarına oturmuş yere düşen damlaları izliyordu; sessiz sakin… Önünde bir fincan çay.

Adam, çayına yöneldi, bir yudum alırken onu izleyen gözlere takıldı. Gözleri, gözlerine değmişti. Zaman durdu sanki akmıyordu saniyeler. Midesi âdeta alev topuna dönmüştü. Soluğu kesilmiş kalbi kontrolden çıkmışçasına atıyordu.

Gözleri; kömür karası…

Hâlâ aynıydı.

Bir çırpıda tanıdı gözlerini, tanımaması imkân dâhilinde bile değildi. Hâlâ aynı masumlukla bakan başka gözler olamazdı. Arkadan gelen ses ile afalladı.

“Hanımefendi, siparişiniz hazır. Bir sıkıntı mı var? Dilediğiniz yere oturabilirsiniz.”

Gelen çağrıya aldırmadı, hâlâ o gözlerin esirindeydi. Acaba o da kendisini tanımış mıydı? Dengesini kaybetti. Görüşü kısa bir süreliğine yanıt vermedi. Beyni dakikalar sonra çalışır duruma gelmişti.

Oturmak, kahve, özel tarif…

Yer gözetmeksizin en yakın masaya oturdu. Oturmasıyla siparişlerinin gelmesi bir oldu. Elleri titriyordu, düşündü.

Gözleri; kömür karası…

Hâlâ aynı.

Dinledikleri şarkılar bir anda kulaklarına doldu. Dinlemezdi, dinleyemezdi yarım kalan serüvenini tamamlayan o hüzünlü parçaları. Uzun süredir yokluğunu çektiği boşluk bir anda dolmuştu sanki.

Elleri titriyordu. Kahvesinden zorla bir yudum alabilmeyi başarmıştı. Bedeninin titrediğinin o zaman farkına vardı. Ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri olsa onu yapacaktı ama yoktu işte!

 Düşünceli ve telaşlı bir tavırla tekrar kahvesinden bir yudum aldı. Bu sefer büyük bir yudum… Genelde duygularıyla hareket ederdi. Kalbi ne derse o yöne sualsiz gitmişti ama şu an ne kalbi ne de zihni ona yardımcı olacak durumdaydı.

Küçük zilin sesiyle afalladı. İçeri küt, siyah saçlı bir kadın girdi. Elinden küçük bir çocuk tutmuştu. Sessiz, sakin damlaları izleyen adama yöneldi. Küçük çocuk, sevinç çığlıkları atıyordu.

“Baba!”

Çocuğun sesi kulaklarında yankılandı. Son darbeyi de yedikten sonra masaya ne kadar olduğuna bakmadan bir miktar para koyup zorla ayağa kalktı. Gidecekti, önceden de yaptığı gibi kaçacak delik aradı. Bunca yıl kaldığı sessizliği bugün de bozmayacaktı.

Dizlerinin titremesine aldırış etmeden dükkândan çıktı. Yağmur damlaları içinde yanan ateşi söndürmeye çalışırcasına hızla derisine nüfus ediyordu. Faydası yoktu. Sesini merak etti. Göremediği onca yıl ona sadece sakal mı katmıştı? Yoksa değişmiş miydi elleri?

Ellerini tutuşunu hatırladı. Sıkı sıkıya onu sarmasını… Şimdi o vücut başkası ile bir bütün olmuştu. Başkasını sarıyordu o tapılası kolları. Başkasına değecekti baş döndürücü dudakları. Gözyaşları yağmurla birlik olmuştu. Dayanamadı kalbi bu sızıya. Yer çekimine karşı koymadı bu sefer ayakları. Bıraktı kendini tabiat kanunlarına. Fakat aklında son bir şey vardı çıkartamadığı:

Gözleri; kömür karası…

Hâlâ aynı.

 

– Hande Doğa KÖYOĞLU

Abonelik
Bildir
guest
1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Sinem

Helal olsun. Çok begendim veee devamıni bekliyorum.

%d blogcu bunu beğendi: