Ben, yine ben. Sizin için yeni olabilir ki yeniyim ben kendime. Fadime Abla görmeden erkenden yola düştüğüm bir gün daha. Çaresiz kaçışımın sebebi olan bu kadıncağız, oturduğum evin sahibidir. Yüreği çok hoştur, sanırım bir onda bana katlanacak hüsnüniyet kalmış. Kira için sıkboğaz etmez asla fakat ödeyemediğim her gün vicdan azabı çekerim. Allah razı olsun kendisinden, akşam vakti girdi mi yemek bile getirir bu âcziyet timsali aç kalmasın diye. Tabi her lokmasında yine vicdanım sızlar, yüreğim ağlar. Vücudumu fetheder çaresiz mahcupluk. Her gün söz veriyorum ona, o duymuyor lakin o yüce gönüllü kadına söz ödeyeceğim borcumu. Bu düşüncelerle çıkıyorum her gün olduğu gibi ruhum kadar yıkık ancak kehribar rengini henüz kaybetmemiş binamdan. Güneş doğuyor sayılır. Kendim gibi gideceğim yer de bir yine benim için. Yine bu şehrin en tepesine yine aynı manzarayla buluşmaya gidiyorum. Güneş doğarsa belki söyler bana ne yapmam gerektiğini. Nasıl aydınlatıyorsa yeryüzünün en kuytu köşelerini ihtimal ki bir zerresi yeter bana yol göstermeye. İşte bu kadar acizim. Ya da belki kendimi böyle kandırıyorum. Bu bahanelerle manzaranın tadını çıkarıyorum. Neyse ki manzaranın bana ayırdığı loca çok da uzak değil. Her gün olduğu gibi yolumun sonunda, köşede evsiz dostlarım var. Her gün elimi uzatmak istiyorum, en azından bir gün doyurayım karınlarını ama ne çare. Boğazıma kadar borç… Fadime Abla ödediğim kiradan geçiniyor zaten. Tek yapabildiğim selam vermek zavallılara, hal hatır sormak. Bugün ayrıca fark ettiğim bir şey var içimde. Şu köşeyi her dönüşümle birlikte, güzel bankımın ve üzerindeki ağaç dallarını görmek yüzümü gülümsetiyor. Nedense hiç fark etmemiştim bunu. Ancak şehre olan sevgim değil gülümseten, bana hatırlattıkları. Bahanelerle geldiğim şu güzel tepe, bana neler kazandırıyor hissetmeye başlıyorum galiba. Bank her gün olduğu gibi geceden kalma soğukla iyice kaynaşmış. Neyse ki babamdan yadigâr montum sıcak tutuyor. Allah rahmet eylesin, bana güzel anılarla birlikte bu sıcaklığı da bıraktı. İşte şu, gözlerimi dolduran sonsuz manzara bana babamı hatırlatmıyor değil. Gerçi her yerde görüyorum rahmetliyi. Oturup izliyorum sadece, belki de anlatmasını bekliyorum, istiyorum. Babam gibi masal anlatmasını… Ama hiçbir anı bir değil şu gerçek sandığım manzaranın. Birçok şey bekliyorum belki ancak şu an bilerek beklediğim tek şey güneşin doğuşu. Ha bir de şu ölüm denen gizemi düşünüyorum. O kadar yakın ki aslında ve bir o kadar da uzak. Ne zaman ölürüm bilmem, bilemem. Geleceğim için harcadığım bu günlerim belki de birazdan son bulacak ve ben ne bugünümü uğruna heba ettiğim geleceği görebileceğim ne de harcanan anlar geri gelecek. İşte bu heyecan sardı her yanımı. Kusura kalmazsınız dilerim. Çok söylenirim doğrudur. Babam da şikâyetçiydi dilimden. Neyse ki kendimi keşfetmek adına baktığım bu şehir benden daha konuşkan, daha karmaşık. İleride serilmiş kızgın bir deniz var. Ne sinirlendirdi bilmem ama kayalıkları güzelce dövüyor. O kayalıklar kadar sadık olmak isterdim. Neden bırakıp gitmiyorlar denizi bu kadar şiddete, aşağılanmaya rağmen? Ruhum kıskandı doğrusu. Oysaki babam bırakıp gitmişti beni. Ben bu kızgın denizler gibi değildim, saygımı eksik etmezdim babacığımdan. Şu kayalıklar kadar olamadın be babam. Peki ya şurada oturan dilenci amcaya ne demeli? İmrendim ümit dolu olmasına. Sadece bekliyor ve inanıyor belli çünkü her gün orada. Yardım, sevgi, ilgi yani İstanbul’u bekliyor. Ama daha çok bekler bu koca şehri. Fazla burnu havada. Sadece beklersiniz bu şehri bu şehirde. Hâlbuki bu yetim, rahmetliyi hiç bekletmedi buna rağmen yanımda kalmayı tercih etmedi merhum. Çekip gitti yalan dolan olandan: dünyadan. Bakın bana benzer birileri daha var etrafta. Şu koca koca binalar tek yaptıkları fazlaca kalabalık. Kim dikiyor şunları, hepsi mutsuz. Onlar da istemiyor şu mücevher kutusunu kirletmeyi. Peki ben? Ben istedim mi bu şehre, bu dünyaya fazlalık olmayı? Ama bu binalar gibiyim, terk edemiyorum. Yaradan izin vermedikçe çıkamıyorum oynadığım rolün içinden. Ah ama o adam, Tahir Bey sen benim babam, canım babam, kıydın kendine. Rabbim izin vermemişti daha. Ey adam, verdiği canı O izin vermedikçe terk edemezsin! Belki ben de yaşamak için içten hisler beslemiyorum lakin ne olur yanlış anlaşılmasın yapmacık değilim kendi içimde. Tek derdim bu kirli dünya. Senin de öyleydi belki adam ama sen gidince düzelmedi hiçbir şey haberin ola. İnsanlar kirli; düşünceler, duygular, niyetler kirli. Hala kirli. Soluduğum havayı da kirletmişler, kendilerini de. Ey İstanbul, burnun havada falan ama niye bırakıp gitmiyorsun bizi. Tahir senin için gitti sen ne hadle buradasın hala. En büyük kötülüğü kucak açtığın şu aciz varlıklar eyledi sana. Terk etmen gerekiyor bizi, barındırman değil. Kendine gel artık. Güçlü olanın kazandığı değil, hak edenin kazandığı bir şehir ol. Dalgaların kadar sinirli insanlar görmek istemiyorum artık. Tek istediğim seni ve seni kapsayan şu dünyayı bırakıp gitmek. İstiyorum ki şu yalan olanlara kendini zorla inandırıp gerçekleri yok sayan insanlarını görmeyeyim. İstiyorum ki herkes içinden geldiği gibi ama gerçek yaşasın. Söyle onlara gerçekten sevsinler, kötü kalplerini temizlesinler ve niyetlerini manzaran kadar güzel eylesinler. Birazdan yakacağım sigaramın parası bana nasıl Fadime Abla’ya olan borcumu hatırlatıp azap çektiriyorsa kötüler de öyle çeksin cezalarını. Ey İstanbul terk et bizi. Ben bırakamıyorum seni, bari sen git. Vapurunun sesi, havanın uğultusu, denizinin kokusu hatta insanlarının gürültüsü bile güzel geliyor. Ancak sen de bu kadarsın işte. Çünkü eğer biz hissedenler olmasaydık bu sesleri, kokuları; görmeseydik manzaranı kim güzel diyebilirdi sana? İşte yüzüne vuruyorum acizliğini, ayaklarımın altına alıyorum hüsnünü. Babama parasızlık nasıl vurduysa, yerle yeksan ettiyse ben de seni aşağılıyorum işte. Sen de git Tahir gibi. Biz kazandırdık bu güveni sana. Babamı ezdin, kaçırdın kendinden; yalvarırım sen de git daha fazla heba etme, dumanlı eyleme durumları. Özür dilerim senden de. Çünkü benim suçum. Burada oturmuş senin eksikliklerini arayarak çaresizliğimi örtbas etmeye çalışıyorum. Dinliyor musun emin değilim lakin duyarsan bil ki sana saygım çokça azalmakta. Burada isteyerek değil, Yaradan’a sadakatimden oturuyorum. Umutlarımla yaşama tutunuyorum. Sigaramın son nefesini çekerken yine senden nefret ediyorum. Güzelliğinden, sesinden, insanlarından, binalarından ve kötülüklerinden. Yirmi altı yılım nasıl geçti ise bu yıl da öyle geçer. Daha uzun ya da daha kısa… Bilemem yalnız bil ki iple çekerim babam gibi kaçabileceğim günü. Sen bunu bil zira benim bildiğim yalnızca geçip gidiyor olması. Şimdiden elveda… Tez ayrılığımızı dilerim.
– Ezo Aslı GÖRENDAŞ
Bence cok kuvvetli bir ifade. Yazarin asıl yaşını bildigimden saskinligimi gizleyemiyorum olgunluk ve duygu seviyesi karsisinda.
Bravo Ezo yazmaya devam et bence basari senin olacaktir.
Elif Uz