Aşk nedir, neden bu kadar etkiler insanı ve neden en çok üzerine yazılmış romanlar, şiirler, şarkılar ve yakılmış en kavurucu türküleri olanıdır aşk?

 

  Bilime sorsan, biyokimyasal tepkimeler ve çoğalmanın en önemli evrimsel biyoloji argümanının bir parçası olarak açıklar. Safkan platoniksiz aşk yaşayan birine sorsan, saf mutluluktur der aşk için ve tutukluk yapar, dönmez dili; duyguları söz dağarcığına karşılık bulamaz halince… Ne de olsa aşk, söyleyebildiklerin değil, söyleyemediklerindir; geriye içinde kalanlardır…

 

  Şaire sorsan, üzerine onlarca şiir yazabilir de yine de tam tatmin olmaz dizeleriyle anlatmak istediği şekilde. Yunus’a sorsan, yaratana ulaştırır bir şekilde, tüm aşkların sokaklarının yolunu…

 

   Kavuşamayana, hicrana ve bahtsız platoniklere sorsan; aşk, özlemdir, ümit etmektir, hayal etmektir, beklemektir, kalbin sıkışmasıdır, uykusuzluktur, kurumuş pınarlarına rağmen içine akıtmaktır gözyaşlarını, hayata küsmektir kimi zaman, belli etmemektir bilmeyenlere, zorla gülmektir yüzlerine, bu duruma sevinebilme ihtimali olan sahte arkadaşlara, kıskanç yüzlere, anlamayacak olanlara, yargılayıcı bakışlara… Ve görmektir acı gerçeklerin ardında bıraktığı enkazı! Hayallerin, ümitlerin, heyecanla atan yüreklerin enkazını…

 

  Bana sorsalar, mesleki bir refleksle sözcüğün kökenine bakar, sarmaşıklara dolar bağlarım tabi öncelikle. Ancak kalbime sorsalar onu: “Aşk, uçmaktır korkusuzca! Ne bir yere çarpma olasılığı gelir aklına, ne kadar yüksekte uçtuğunu göremeyecek kadar kör bakışlarla, sonrasını düşünmeyen deli cesaretinin kanatları arasında bulutlarla dans etmektir adeta.” derim nice yüreklere sızmış evrendeki en güçlü duygular adına…

 

   Aşk da hayat gibidir aslında. En yüksek dağların tepesinde yaşanmış da olsa, en kurak mevsimlerin çöllerindeki seraplar gibi hayal ürünü de koksa, mecnun misali, sevdiğine kavuşamamış olsan da, hepsinin sonu bir aslında… O da, hayatın alevi gibi sönüp son bulacak bir dikili taşın yanı başında! Toprak ananın huzurlu kollarında…

 

  O zamana kadar yaşadıkların ve yaşayamadıklarının toplamıdır aşk… Yaşadıkların mutluluk, yaşayamadıkların, içinde kalanlar ise zehirli bir sarmaşığın dolambaçlı sarmalından kurtulmak adına çekilen çilenin diğer adıdır diğer taraftan.   Her zaman mutluluk kaynağı olamaz her aşk… Bazen ihanet eder sarmaşıkları sana, akıtır zehrini kanına; bazen hayallerini alır elinden, hareketsiz kılar seni uzandığın yemyeşil ovada… Çakılır kalırsın yükseldiğin zirvelerden düşüp çelikten sert bir betona.

 

  Sonra bir bakmışsın, sen de düştüğün yer gibi betonlaşmışsın. Sen, yüreğin ve geride kalan tüm hislerin…

 

  Her ikisinin de sonu toprak altıdır esasen; geçmiş zamanın esiri olup ondan bir parça olur o kocaman kalpler. Aşk nöbetini bir başkasına devredip göçer herkesten uzaklara, huzurun uykusuna… Geriye ağıtları, mutlulukla geçen anıları, hikâyeleri, şarkıları, şiirleri kalır hayatta. Mutlu sonlusu azdır, en çok onlar kıskanılır… Mutsuz devam edip öyle biteni ise, hep en korkulanı olarak kalmıştır hafızalarda.

 

– Ekrem TEPE

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: