Praralala

“Niye koşturuyorsun abi yetişemiyorum sana”

Dedi. Nefesimi toparlayıp cevap veremedim ama hala koşmam gerektiğini hissediyorum çünkü zamanında yetişemezsem birden ortadan kaybolacak gibi geliyor.

 

“Burada….”

 

Dedim ama hala nefesimi düzenleyemediğim için kesildim.

 

” Buralarda bir yerde olması lazım ama bulamıyorum.”

 

Arkama baktım büyük bir caminin büyük iki minaresini gördüm. Çıktığım yokuşun sonunda yatay uzanan bir cadde caddenin karşısında kaldırımın üzerinde bir anıt vardı. Caddeden araçlar hızla geçiyordu. Takmadım onları. Koşarak karşıya geçtim anıta baktım.

 

“Bu anıtın etrafındaki sokakların birinde ama hepsini gezdim. Bulamıyorum”

 

İsmail anlamsızca yüzüme baktı. Ne aradığımı bilmiyordu. Aslında ben de ne aradığımın farkında değilim. Lakin aradığım şeyi bulduğumda anlayacağım. En azından anlayacağımı ummaya başladım çünkü bölgeyi tamamen gezmeme rağmen hala bulabilmiş değilim.

Anıtın sadece ayakları dizlerine kadar ortalama bir metre seksen santim kadar vardı devamında yukarı doğru kafasına kadar dikdörtgen bicimde tas blok yani gövde yok. Tas bloğun üzerinde de anıtın kafası. Anıt kime ait bilmiyorum ama kafasında sarık olduğunu görebiliyorum. Caddeye anıtı dikilmiş bu amcanın sarığı boynunun altından şakağına kavuşturulmuştu. Kemikli büyük bir burnu vardı. Elmacık kemikleri belirgindi.

 

“Her seferinde böyle oluyor! Bu anıta kadar hatırlıyorum devamı hep belirsiz”

 

İsmail içindeki soru bombasını tutamadı.

 

“Ne arıyoruz abi söylesene ben de bakınayım”

 

“Kapısında tasa oyulmuş Praralala yazısı olan bahçeli bir bina arıyoruz”

 

“Ne var ki o binada?”

 

“Bilmiyorum ama merak ediyorum”

 

Anıtın arkasına doğru gözümü diktim. Bir kilise çanı gördüm. Çan o an çalınmaya başladı. Kilise gözüme tanıdık geldi oraya doğru yöneldim. Birkaç sokak ötede gözüküyor çok uzak olmasa gerek diye düşündüm. Hızlıca yürümeye başladım.

 

“Simdi nereye abi”

 

Dedi İsmail.

“Su kilise yabancı gelmiyor bir de oralara bakalım.”

 

” Abi doğru yerde olduğumuza emin misin? Her kilise birbirine benzer biraz. Karıştırıyor olmayasın.”

 

Cevap vermedim ama bakışımdan devam etmesi gerektiğini anladı. İnce bedeni bana yetişemiyordu. Yine de durmadan devam etmem gerektiğini düşünüyordum. Geç kalsam bulamayacaktım.

 

İsmail arkamda, birbiri ardına yokuşları hızlıca çıktık. Kilisenin kapısına ulaştık. İkimiz de nefes nefeseyiz.

 

Durdum. Kilisenin girişine baktım. Hatırlıyorum.

 

“Kesin buralarda bir yerde”

 

İsmail cevap vermedi.

 

“Sen burada bekle ben bir etrafa bakayım”

 

“Tamam”

 

Aşağı doğru koştum. Sokağın sonunda küçük bir alanda çocuk parkı vardı. Sapsarı saçları olan bir kızcağız tek başına salıncakta sallanıyordu. Etrafıma baktım. İsmail’in yanına dönerken sokağın iki tarafındaki binaların kapılarını kontrol ettim. İsmail’in yanına ulaştığımda artik bezmeye başladığımı hissediyordum.

 

“Sokaktaki binaların hepsine baktım burada da yok.”

 

Uzaklarda kalan o iki minareli camiden ezan sesi yükseldi.

 

“Camiye doğru devam edelim”

 

İsmail’in kızdığı yüzünden anlaşılıyordu.

 

“Az evvel oradaydık ya”

 

“Caminin yanına gitmedik ama belki oralardadır”

 

İsmail başını eğdi.

Yola koyulduk tekrar.

 

“Kaybolmamamız lazım yine o anıtı bulalım”

 

“Şuan bile kaybolduk abi bulamıyoruz iste. Boş ver otele dönelim yarın tekrar ararız”

 

“Olmaz! Bir daha hiç bulamayabiliriz”

 

“Niye bu kadar ısrar ediyorsun anlamıyorum. Yoksa yoktur. Sürekli aramaya devam etmek bir şeyi değiştirmeyecek”

 

“Yorulduysan sen otele don ben ararım”

 

O anda İsmail’in yüzünde şaşkınlık, hayal kırıklığı, kızgınlık ve üzüntüyü ayni anda okudum. Söylememem gereken bir şey söylemişim gibi hissettim.

 

“Yanlış anladın öyle demek istemedim!”

 

İsmail arkasına donup bakmadı bile. Kırılmıştı. Bu kadar manevi bir arayış içindeyken birini kırmak, en yakınımdaki insani kırma fikri, hoşuma gitmedi. Yorgunluğun ve gerginliğin etkisiyle derin bir of çektim. Havada gezinen kömür kırıntılarını ciğerlerimde hissettim.

Kaldırıma oturdum önce. İçinde olduğum duruma anlam veremedim. Ardından birden ayaklanıp koşmaya başladım İsmail’e yetişme umuduyla. Boşa kürek çekiyorum. Çoktan otele varmış iç çekmeye başlamıştır bile. Bari aramaya devam edeyim diye bir düşünce geçti beynimden bir saniye. Tersi yönde koşmaya başladım. Koşmaya başladığım andan itibaren kafamdaki tüm düşünceler bir sis perdesinin ufukta yok olusu gibi yok oldu. Koşarken etrafıma bakmaya devam ettim. Praralala’yı bulursam belki İsmail’le barışırız.

 

Anıtla kilise arasındaki mesafe kısa sürdü. Karşıya geçmeden evvel ellerimi dizlerime bastırdım, bir sure soluklandım. Doğrulup koşar adim karşıya geçtim caddeden. Karşıya geçince de koşmayı sürdürdüm. Camiye yaklaştıkça cemaate namaz kıldıran imamın mikrofona bağırdığı dua sesi de yaklaştı.

 

“Allahu-ekber”

 

Tempoyu arttırdım. Fazla arttırmış olacağım ki insanlar garipser gibi beni izledi yanlarından geçerken.

 

“Semiallahü limen hamideh”

 

Ciğerlerim artik göğsüme sığmıyordu. Resmen bir beden büyüdüm. Sokağı dönünce solda caminin kapısını gördüm.

 

“Allahu-ekber”

 

İnsanlara çarpa çarpa yola devam ettim lakin koşmayı bırakmıştım. Adrenalin etkisiyle gözlerim karardı. Başım donuyor, adeta kafamı iki taraftan sıkıyorlardı.

 

“Allahu-ekber”

 

Caminin önündeyim. Demir sürgülü kapıya sağ elimi koyup kafamı koluma yasladım kendime gelmeliyim zamanım az.

 

“Allahu-ekber”

 

Kafamı kolumdan kaldıramadım lakin zaman kaybedemem. Kapıyı ittim avucumla.

 

“Esselamü aleyküm ve rahmetullah”

 

Ayağımı avludan içeri atmak istedim. Kafamı kaldırdığım an görüş yetimi kaybettim baş dönmesinden ve ayağımı kapıya çarptım. Kapının gürültüsüyle beraber yere düştüm dizlerimin üstüne.

 

“Esselamü aleyküm ve rahmetullah”

 

Ciğerlerimi dizginlerken bir taraftan dizlerimdeki tozu silkelemeye başladım. Dizlerimdeki kan üzerimdeki siyah pantolonu daha da karartmıştı. Canım yandı. Artik cidden sabrımın da tahammülümün de son noktasındayım. Otele geri dönme kararı verdim. Aheste aheste yürüyüp neyi yanlış yaptığımı düşünmek için fırsat bulacaktım. Gerçi az çok farkındayım sorunun. Çabuk pes ediyorum. Bugün harcayacağım tüm enerjiyi harcadım. Üzerimdeki bu bıkkınlık uzun sure devam edecek ve bir daha Praralala’yı aramaya çıkmayacağım. Zira umudumu kaybetmiştim artık. Pes etmiştim. Önce bir amaç belirleyip bu amaç uğruna etrafımdaki herkesi  uzaklaştırmış ardından pes etmiştim.

 

Ben bu düşüncelerle savaşırken cemaat camiden çıkmaya hazırlanıyordu. Cemaati izlerken caminin diğer yanındaki bahçe gözüme çarptı. Biraz ilerledim, bahçenin önünde durdum. Bahçe etrafı geniş tahta çitlerle örtülüydü lakin hiçbir yerinde kapı yoktu. Üst köşesinde de çitlere sıfır betonarme bir yapı vardı. Bir şeyler görme umuduyla bahçenin etrafını dolaştım. Bahçe camiye de sıfır pozisyonda olduğu için ve kapı bulamadığımdan diğer tarafı göremedim. Tahta çitlerin üzerinden atladım dizlerimdeki acıyı görmezden gelerek. Binanın etrafını tekrar gezdim. Cami tarafına geldim ve bahçeyi izledim. Gördüğüm manzara karşısında çok şaşırdığımı söylemeliyim. Zira bir mezar gözüküyordu ve mezarın etrafında üç adam vardı. Biri mezarın kenarında toprağın üstünde namaz kılıyor, diğeri mezarın kenarına mum dikmiş, yanan mumun önünde avuçlarını kavuşturmuş sessizce söyleniyor, diğeri ise sağ eliyle mezarın üzerindeki toprağı sıkıca kavramış sol eliyle de işaret parmağıyla göğü işaret ediyor. Başı hep eğik. Arkama donup betonarmeye baktım. Neredeyse ağlayacaktım. Betonarmenin üzerinde Praralala yazıyordu.

 

Mezarın yanına yaklaştım bir şeyler öğrenme umuduyla. Namaz kılan adam namazını bitirmişti lakin oturmaya devam ediyor, oturduğu yerden mezardaki otları yoluyordu.

 

“Selamın aleyküm, Allah kabul etsin”

 

“….”

 

Adam elini göğsüne koydu başını omuzlarıyla beraber eğdi gülerek. Selamıma bu şekilde karşılık verdi ve hiç konuşmadı. Diğer ikisine de selam verdim. Onlar da ayni şekilde karşılık verdi.

 

“Ne yapıyorsunuz? Burada yatan kim”

 

Alçak gönüllülükle gülerek karşılık verdiler yine hiç konuşmadılar. Bu sırada göğü gösteren adam yerdeki yaprakları toplamaya başladı elleriyle. Mum yakan, bir mum daha yaktı, bir mum daha, bir daha… Mezarın etrafını çevirene kadar devam etti. Mum yakma ritüeli bitince kenardan küçük bir sise su aldı. Avucuyla sıvazlayarak mezar taşını yıkamaya başladı. O üç adamı izlerken arkamdan birinin yaklaştığını hissettim.

 

Adamın elinde bir süpürge vardı. Süpürerek yanıma geldi. Gülümseyerek süpürgeyi bana uzattı. Anlam veremeyerek

 

“Ne yapacağım?”

 

Dedim. Cevap vermedi. Gözleriyle süpürgeyi gösterdi.

 

“Burada kimse konuşmaz, eğer konuşmak için geldiysen aradığın yer Praralala değil.”

 

Dedi süpürgeyi uzatan adam.

 

“Neden buradasın?

 

“Bilmiyorum. Burayı rüyamda görmüştüm, böyle bir yer olduğunun farkında bile değil…”

 

Cümlenin bitmesini bile beklemedi.

 

“Kimse hiçbir şeyin farkında değil. Önemli de değil burada farkında olmaya gerek yok zira burası beşer yuvası değil. İnsani kaygılarından ayrılmış olanlar burayı fark eder. Fark ettikleri son şey Praralala olur. Sonrası ilahi.”

 

“Nasıl ilahi?”

 

“Sonrasına ilahi güç karar verir. Bak şu insanlara”

 

Mezarın etrafındaki insanları işaret etti. Onlar da başlarıyla işaret verdiler.

 

“Bu insanlar, dinin toplumları ayrıştırmadığının aksine birleştirdiğinin kanıtıdır. Hepsi kendine göre Allaha iman ediyor lakin hiçbiri diğerini öldürmeye yeltenmiyor. Praralala’ya bu insanlar gelir ve burada birbirini koşulsuz sevmeyi öğrenir. Hee sanma ki bunu biz öğretiyoruz. Hâşâ haddimiz değil. Kendileri bunu idrak ediyor yeter ki burada olabildiğince fazla vakit geçirsinler”

 

“Peki, bu Praralala nedir? Bu mezarda kim yatıyor”

 

Soruma yine gülümseyerek cevap verdi. Ardından konuşmaya devam etti.

 

“Gaip bu insanlara konuşmanın insanları kıracağını malum etti. Bu yüzden birbirleri ile dahi konuşmazlar. Lakin nasılsa çok iyi anlaşıyorlar”

 

“Peki, sen kimsin? Bu mülkün sahibi misin?”

 

“Yeryüzündeki tüm mülklerin sahibi kimse buranın sahibi de odur. Ben cami imamıyım. Her gün gelip buraları süpürürüm. Burada yaşayan insanlara yemek getiririm. Geceleri de bu mezarı beklerim”

 

Sorularıma cevap alamayacağım için artik soru sormayacaktım. Ama sanırım soruya yahut cevaba da gerek yoktu.

 

“Ama artik sen geldiğine göre bu işler senin, ben sadece yemek getireceğim”

 

Dedi ve arkasını donup gitti.

Elimde süpürgeyle kala kaldım uzunca bir süre. Sonra gözüm yerdeki toz öbeğine takıldı.’ Şuan yapılacak en iyi şey süpürmek herhalde’ diye geçirdim içimden. Yoldan geçen arabalar her yeri toz duman ediyordu. Süpürsem de toz olmaya devam edecek ama olsun. Hızlıca süpürmeye başladım. Bu sırada tan yerinin sönüşü yeryüzünü farklı renklerine boyuyordu. İnsanlar mezarın başında ibadetlerine devam ederken ben de süpürerek kendimce devam ettim ibadetime.

 

– Meczup SANRI

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: