Hayattan çok şey uman bir kadınmış. Ummak sözcüğü düşmanıymış onun. İnce camlı gözlükten bakabilse; biraz da uzağı görebilse fark edebilirmiş. Sarı çalar saati gece on ikiye yaklaşırken zırıldanmış. Saatin tiz sesi duvardan duvara yalpalanmış. İlaç zamanı gelmiş hatta mümkünse daha önceden içmesi gerekirmiş. Beyaz renkli küçük uyku hapları… Rafta daha evvel yazmış bulunduğu, defa defa okuduğu şiirlerden birine denk gelmiş yine. Teksir kâğıdının üzerine karalanmış. Biraz çaya bulanmış. Kabarmış da kabarmış.

‘’Ben senden önce ölmek isterim.’’

Düşünmüş kadın uzun uzun. ‘’Evet, saatin hızlı aktığı zamanlarda istemiş olabilirim.’’ .Gözü hiçbir şey görmüyormuş ama genel geçer aşk tanımından değil; sisli bir günün garabetiymiş olan. Çünkü sisli ve soğuk bir havada yansıyan iki mavi göz yalnız havayı değil; mutsuzluğu da unutturabilirmiş. Ya da o öyle zannetmiş. Kim bilir belki de kadın, dalında sallanacağı bir ağaç aramış.

‘’Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.’’

Kadın da zannetmemiş. Zannetmediğinden yapışmış koluna adamın. Adam da güzelmiş hani. Koyu kahverengi saçları varmış. Garip de bir yan gülüşü de eklenince afallamış kadın bir perşembe günü, Ankara ayazında.

‘’İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun.’’

Fena fikir değilmiş diye düşünmüş kadın. Edepsiz Ayten ile kocasını bastığından beri düşünmüş. Adamı öldürmeyi de düşünmüş, etlerini lime lime etmeyi de. Koca bir kazan kaynar suyu boca etmeyi de düşünmüş hiçbir kötülüğü atlayamamış.

Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin…

Layığıdır diye düşünmüş kadın. Falsolu bir damla yapışıvermiş kirpiklerine. Takılmış da kalmış. Gece on iki geçmiş.

Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmakta senin yanında kalabilmek için.

Keşke en başında kalsaymış adam.  Ya da Edepsiz Ayten hiç var olmasaymış . Zaten çirkinmiş. Hem kötü hem ahlaksız hem de kendi yatağında…

Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar…
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.

Hüzünlenmiş kadın aynı evde bile yan yana değillermiş. Gelin çiçekleri pembeymiş. Ayakkabısına beyaz inciler yapıştırmış. Saça da enseden bir topuz yaptırmış. Düşünmüş, üzülmüş, ağlamış. Yine Uğursuz Ayten…

Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak; biri sen biri de ben.

Dünyada erkek mi kalmamış? Dünya ansızın kıtlığa mı uğramış? Pazarda akşama kalan sebze kadar ucuz Ayten.

Ben
daha ölümü düşünmüyorum.

Düşünmez tabi diye mırıldanmış kadın. Bilmeden ikinci uyku ilacını da almış. Daha görecek güzel günleri vardır. Hem insanın yaşadığı gün kötülüğü kadardır.

Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.

Olur tabi Ayten’in çocukları da olur. Ama olmasın ne olur?

Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.

Durmuş kadın vitrinin önünde. Kendine uzun uzun bakmış, dertlerini yeniden kendine hatırlatmış. Aradan saatler geçmiş 8. uyku ilacı…

‘’Seni sevmiyorum.’’ demiş, kapıyı da çarpıp gitmiş. Günler birbirini arşınlamış. Kadın yıkılmış, dağılmış, parçalanmış.

Şiir okusa Ayten’e yazılmış. Şakı dinlese ağlamış. Umduğu her şey elinde kalmış. Ne çocuk ne uçsuz bucaksız saadet varmış. Aslında Ayten mutluluğunun kırbacıymış.

Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini.

Kadın zamanla anlamış. Kocasını sevmediğini, ona tutunduğunu aslında kendini de sevmediğin anlamış.

Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.

On dört…
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
İçimden bir şey : belki diyor.

Sabah ezanında gözlerini yummuş kadın. Onca uyku ilacından sonra belki…

 

– Mihriban KARAKUŞ

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: