fark ediş fark yaratış

 

O gece sabahlamıştı. Bitmeyen bir türküyü dinlerken saatlerin dakikalaşmasına ettiği tanıklığı uzatmak için gözlerine açtığı savaşı kazanmanın gururuyla gündüz de uyumadı. Omuzlarından aşağıya sarkmayan şeref madalyalarının eksikliğini hissedecekken sokakta olduğunu ve ayak parmağının arasından diline doğru saplanan cam parçasını çıkardı beyninin sol lobundan. Olacak iş değildi bu kürek kemiğinden yapılan kadının damağında bıraktığı tat. Evet olacak iş değildi kadının kalça kemiği ve baldırının verdiği tat, muhtemelen hatta mutlaka kendisininkinden çok daha iyiydi. Yemeye doyamadığı solucanlı tarttan daha iyisini bulduğunu düşünüyordu ve bunun olacak işlerden daha da olanaksız olduğundan, fark edememişti sokakta ve çıplak olduğunu. Ve tam o anda fark etti sefilliğinin çıplaklığıyla iki kere soyunuk kaldığını. Sokak helaları vardı eskiden, bir tane arayıp midesini kıvrandıran bu sefilliği kusacaktı ama sokakların helalığını da o anda fark edip olduğu yere kusmuklarını saçtı. Üstüne sıçramamalıydı çünkü o sokakların bağrında sokaklara aykırı idi. Açısal bir temizlik algısıyla seke seke ayrıldı içini az önce çıkardığı köşe başından. Yolunda giden şeylerin arasından kuyruk sokumuna saplanan mızrağı bari şeyime girseydin diye çıkaracakken ilerleyen düzlükte kuyruk sokumunu aşıp köprücük kemiğine ulaşan mızrağın verdiği bir anlık zevki hissetti ve sonra acıdan aldığı hazzı. Belki de tatlıyı hiç yaşamadığından yetindiklerinin alışkanlığı idi. Öyle ya sefiller yetinmekten zevk alırlar. Bir şeyin diğer türlüsünü bilmiyorsan ve onu hayal edecek ortamında yoksa bulduğunu sevip sarar sefiller. Bu netice ile mızrağın sivri kanlı ucuna bir dil atmaktan kendini alıkoyamadı. Elinde olanları köküne kadar değerlendirme itemine uygun doğasına eşlik ile. Ucu sivri kanlı mızrağın ucunda dilinden bir parça, büyük bir parça bırakacağını tahmin edememişti ama üzülmedi de. dil ya derdini anlatmalı ya da boş durmamalı, o hiç anlatmazdı onun derdini öyleyse ne yapacaktı dili sokacak mıydı uygun yere. Kalsındı, ha mızrakta ha sokakta ha da bok çukurunda. İşlevini yerine getirmiyorsa ha gökte olsun ha yerin dibinde. Çok dalgın durgun devam ediyordu ama her şeye rağmen sanki sürüklenmiyordu sürüklüyordu her şeyi, iflas eden fiziksel varlığına açtığı savaşı ruhsal varlığı kazanacaktı belli. Ve yatağına düşürüp zorla tecavüz etmek isteyen tecavüzcü hayatı da sürüklüyordu. Evet sona gelmişti ama hayat sonu sürüklememişti o hep ileriye atmıştı kendini ve tecavüzcü hayatı da sürüklemişti arkası sıra. Şimdi şampiyonun evinde kendi köşesinde idi ve hayata hadi gel demek için önünü dönmek üzere idi… fakat ayrımında olduğu bir şey her şeyden daha mühimdi. Kazandığı tek şey nefes almak ve duruma baş kaldırmaktı ve bu ikisi tek başına asla yetecek bir şey değildi. İndirgemenin sahipliğini sefil doğası temellendirip süsleyemiyordu ne kadar uğraşsa da.

 

– Duygu Dilek ALPTEKİN

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: