bekleyiş

 

Başak Tarlası

 

HALİT EREN

Gözümü açtığımda basık, havasız, karanlık bir çatı katındayım. İlk gözüme çarpan eğimli duvarlar ve kirişler. İçerisi boğucu, bunaltıcı, kasvetli. Küçük, küçücük bir pencere duruyor duvarda. Apartman çatılarıyla komşu. Tam karşısında bir cami minaresi. Midemde bir yanma karnımda değişik bir sancı başlıyor. Huzursuzlanıyorum. Yerimden kalkmaya çalışıyorum. Huzursuzluğa dayanamayan midem boşaltıyor kendini odanın ortasına. Böyle durumlarda ilk gözden çıkarmam gereken organımdır midem. Kim getirdi beni buraya. Bir an önce buradan çıkmalıyım diye düşünüyor, ayağa kalkmak için ani bir hamle yapıyorum. Turgay ağabey ile göz göze geliyoruz. Akşam onunla çıktığımızı hatırlıyorum.

 

TURGAY ÇETİN

Küçük bir çatı katındayız. Gecenin bir yarısı geldik buraya. Geldiğimizde Halit kendinde değildi. Sahi ne kadar içtik biz. Hadi Halit içti de ben neden o kadar içtim. Nasıl vuruldu Songül, kim vurdu, neden teslim olmadık da buraya sığındık bunu düşünüyorum. Halit kıpırdanıyor bu arada. Odanın ortasına tüm istemediklerini çıkarıyor.

 

HALİT EREN

Hiçbir şeyi tesadüf ile açıklamak istemezdim. Ama öyle yorgun ki zihnim. Aslında tesadüf dediğim şey bana göre zaten orada beni bekliyor ya da o noktaya bilerek ya da bilmeyerek kendim gittim. Songül ile bir öğle vakti bankada tanıştık. Çok basit bir şekilde. İki sokak ötemde oturuyormuş ve ben onun farkında bile değilmişim. Belki o bankada karşılaşmasaydık ömrümüz boyunca da denk gelemeyecektik. Köşe başından aniden çıkan bir ayak gibiydi Songül. Ne zaman çelme takacağı bilinmeyen. Bazen bir betona bazen de yumuşak zemine düşürürdü ama her seferinde düşürmeyi başarırdı o narin çelmesiyle.

İlk bakışta aşka inanır mısınız bilmem ben hala inanmam. Songül’e karşı hissettiklerim aşk da değildi gerçi. Koruma kollama içgüdüsü ağır basıyordu bende. Salim adıyla müsamaha olmayan biriydi. Beline monte ettiği silahla, suratının yarısını kaplayan güneş gözlüğüyle, giydiği parlak ceket ve rugan ayakkabılarıyla mafya filmlerinin baş aktörü gibiydi. Songül’ün patronuydu Salim. Aralarındaki ilişkiyi anlayamadım mı anlamazlıktan mı geldim? İtiraf edemiyorum.

 

 

TURGAY ÇETİN

İçelim mi bugün diye ilk teklif ondan geliyor. Olur diyorum isteksizce. Eve haber vereyim diyorum. Ayten yine mırın kırın. Öyle bunalıyorum ki beni üç gün bir kuyuya atsınlar da hiç çıkarmasalar diye düşünüyorum bazen. Telefonu kapattığımda canım fena halde sıkkın. Tadım kaçtı diyorum Halit’e. Boynuna sarılacak değildi ya diyor. Oğlum iyi ki evlenmedin be diyorum. Gülümsüyor. Hadi çıkalım ağabey diyor. Paltolarımızı alıp çıkıyoruz. Ankara’nın ayazını Ankara’da yaşamayan bilemez, anlayamaz da. Kuru, iç donduran, iliklere işleyen bir soğuktur. Gözleri yaşartır, burnu kızartır, elleri morartır. Sakarya’daki meyhanelere gidelim diyor. Eski günlerdeki gibi. Aslında hiç gitmek istemiyorum. Varoş tiplerin salaş mekânlara ev sahipliği yaptığı Sakarya meyhanelerini hiç sevemedim. Soldan ikinci meyhaneye girip, sağdan ikinci masaya oturuyoruz. Türkücü bir grup çalıyor, söylüyor sahnede. “Bir tek seni sevdim gerisi yalan,” diyor sahnedeki adam. İyi hoş söylüyor da ben bugün pek havamda değilim. Arjantin biralarımızı söylüyoruz. Halit bir dikişte yarılıyor birayı.

“Oğlum yavaş biraz diyorum, içelim dedik de 10 dakikada sarhoş olalım demedik.”

10 dakikada değil ama 1 saatte çakır keyif oluyoruz. Ben gülüyorum her şeye Halit daha ciddi. Bir ara yerinden kalkıyor.

“Songül” diyor kalkarken.

“Yok oğlum ne Songül’ü,” diyorum.

Koşuyor, bir adam ve bir kadının arkasından.

“Songül,” diye bağırıyor peşi sıra. Adam duruyor, dönüyor arkasını, Adam Halit’i, ben adamı, Halit kadın’ı tutmaya çalışırken bir silah patlıyor.

 

HALİT EREN

İlkokuldayım hiç unutmuyorum. Son ders zili çaldığında tuvalete gittim. Kimse yoktu tuvalette. O yıllar birbirimizi kesik ellerle, kopuk başlarla korkuttuğumuz yıllar. Tuvaletin deliğinden kesik el çıktı, tuvalette kesik baş lafları dolanıyordu okulda. Kim uydurdu, amaç neydi bilmiyorum. Tek bildiğim tuvalete gitmemek için gün boyu tuvaletimi tutar arada bir de altıma kaçırırdım. O gün de son derse kadar tuttum tuttum da dayanamadım. Zil çalar çalmaz fırladım tuvalete. Tuvalette epey oyalanmış olmalıyım ki sesimi kimseler duyup da gelmedi. Kapıyı kilitlememiştim oysa. Bağırdım bağırdım da duyuramadım kimselere sesimi. Vurdum kapıyı, vurdum tüm gücümle tekmeledim de yine de açamadım. Nefesim daralıyor, duvarlar üstüme üstüme geliyor sanki. Bir yandan çığlık atıyor bir yandan da ağlıyordum. Kendi sesimden başka hiç ses yoktu. Bayılmışım. Ne kadar kaldım o tuvalette, beni kim çıkardı o kısımlar hafızamdan tamamen silinmiş. Ayıldığımda yatağımdaydım. O gün bugündür kapalı alanlarda kalamam, yüreğim daralır, duvarlar üstüme üstüme gelir.

 

TURGAY ÇETİN

Songül yere yığılınca tuttum Halit’i kolundan. Kaçmaya başladık. Uğur’un büfesine attık kendimizi. Sonrası hayal meyal.

 

HALİT EREN

Duvarlar zihnimle oyun oynuyor. Suç ne? Cezası kapalı yerde mi kalmak? İstemeden yapsan bile mi? Pişman olsan. Hayattaki en çok korumak ve kollanmak istediğin insanı öldürmüş olsan bile mi? Turgay ağabeye ölmüş müdür diye sordum olayları anlattığında. O kadar yakın mesafeden kesin ölmüştür dedi. Midemden yine isyan sesleri yükseliyor. Dışarıdaki insanlardan uzak sadece duvarlar ve sen. Sadece yaşamak gerisi bekleyişten ibaret…

 

– Başak ARSLAN

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: