gezegen gezenGöz alabildiğine kayalık her yer, bir kiniğin dili gibi sivrilen kısımları güneşin merhametten yoksun ışıklarının etkisiyle gözleri alırcasına parlıyor, arkanı dönüyor ve aynı menhus tabloyu görüyorsun ve diyorsun ki, yaşam buraya uğramamış. Her zamanki gibi tez canlılık yaptığının farkında değilsin henüz, cehennemden ödünç aldığı hararetle seni kavuran güneşi arkana almış, ufuklar yutan bir kaya çıkıntısını andıran çorak arazide adımlarını izliyorsun. Yabancısı olduğun bu yerde daha fazla oyalanmanın zaman kaybı olacağı düşünürken, bir filin kulak hassasiyetiyle sesin geldiği yeri tespit ederek kafanı çevirdiğinde, üç kişinin bir şeyler parçaladığını görüyor ve yanlarına gidiyorsun.

“Merhaba, sanırım bir av partisindesiniz, neydi o yediğiniz? ”

Vücutlarına bulaşan kan henüz akacak kadar tazeyken dişlerinin uçları sipsivri olan bu üç kişiden, liderleri olduğunu anladığın kişi sana bakıp konuşuyor.

“Kimsin sen? Bir dakika, sen yabancısın, hangi diyardan geldin? Beklediğimiz kurtarıcı sen misin yoksa? Bir gün geleceğinizi biliyorduk efendimiz… Hoş geldiniz. ”
“Nereden çıkardın o kişi olduğumu?”
“Baksanıza, dişleriniz sivri değil, dişleri sivri olmayan kimse yoktur buralarda.”
“Burası niçin kaya? Hiç su akan bir nehir, meyve ya da en azından gölge veren bir ağaç, uçuşuyla huzur veren kuşlar, bakınca kucağınıza alasınızı getiren kedi ve köpekleriniz, azizim hiç değilse toprağınız yok mu?”
“Efendimiz, bu dediklerinizi kulaklarımız ilk defa duydu, konuştuğunuz dil bizim dilimiz ancak dediğiniz o şeyler, her neyse onlar bizi mazur görün, bizim konuşageldiğimiz şeylerden değil.”
” Suyunuz yoksa ne içersiniz? Meyve, sebze ve hayvanlarınız yoksa neyi yersiniz? Toprağınız yoksa ne inşa edebilirsiniz? Kediniz yoksa neye gülersiniz ki siz?”
“Efendimiz, burada biz, bizi yer, bizi içeriz. Birbirimizi avlar, birbirimizin kanıyla susuzluğumuzu, etiyle açlığımızı gideririz. Bugüne kadar ne bir şey inşa ettik ne de inşa edilen bir şey gördük. Bizim gezegenimiz yalnızca kayadır, ne toprağımız vardır ne de suyumuz. Tek bir şey vardır, öldürme huyumuz.”
“Nasıl? Acıktıkça birbirinizi öldürüyorsunuz, tüm icraatınız yaşamak için yemek mi? Sanat, tarih, felsefe, bilim, a hiç değilse din, dininiz bile mi yok?”
“Haşa efendimiz, saydıklarınızın birçoğunu anlamasak da dinimiz var! Sizin bir gün geleceğinizi söyleyen de dinimizdi, din adamlarımızdı!”
“Kayadan, birçok yeri de sivri olan bu kayadan ibaret bir gezegeniniz var, sürekli birbirinizi avlıyorsunuz, medeniyete dair en ufak emare taşımayan bir yaşam kurmuşsunuz ama dininiz var öyle mi?”
“Birbirimizi avlarız evet, ancak bunun da kuralları var, herkesi avlayamayız, eti haram olanlar var. Onların saç tellerini dahi koparırsak Yalazya bizi yutar, sonsuza kadar o ateşin içinde kalırız. Zamanın bitişini bekleriz, zamansa bitmez ama eğer kurallara uyarsak otuz beş – kırk yıllık bu kısa hayatın karşılığında Ötegüzelya’da gönenç içinde yaşar, her istediğimize ulaşırız. ”
“Nedir bu eti haram olanlar, kim belirlemiş onların haramlığını, nerede yaşar bunlar?”
“Efendimiz, bunlar sizi gönderenin elçileri ve onların nesilleri ve o nesilden gelenlerin seçtikleridir. Bunların haramlığını da bizzat sizi gönderen belirlemiştir, bunlar kutsal alanda yaşarlar, bizden biri oraya adım dahi atamaz, atarsa Yalazya onu yutar. ”
“Onları belirleyenin beni gönderen olduğunu size kim söyledi?”
“Onlar”
“Peki onların doğru söylediklerini nereden biliyordunuz?”
“Çünkü sizi gönderen, gönderdiği metinlerde onları seçenin kendisi olduğunu söylemişti”
“Pek âlâ, peki siz nasıl ürersiniz? Aşk ve sevda nedir? ”
” Efendimiz, af buyurunuz, a şıkkı ve sefdağ da nedir? Biz, birleşme antlaşması yaparız, bu antlaşmanın tek kuralı kişilerin birbirilerini yememesini içerir ve buna sadığızdır.”
“Keşke peygamberdeveleri de bu ahti yapsalar, hehe, neyse sizin dişiniz nasıl, size mi benzer?”
“Efendim bizim dişimiz yoktur, yalnızca kişimiz vardır. Cinsiyetimiz yok.”
“Cinsiyetiniz yoksa kimin anne kimin baba olduğu nasıl belirleniyor?”
“Bu tamamen, cinsel birleşme öncesi verilen bir karardır, bizler hem anne hem baba olabiliriz. Ancak eğer bu birleşme bir çocukla sonuçlanmışsa, bir sonraki birleşmede görevleri değiştiririz ki adil olsun. Bunu da bize güzel dinimiz emretmiştir, efendimiz.”
“Erkek ve kadın rolleri ve kargaşası da yok o halde.”
“Doğru, erkek ve kadın kelimeleri kadim kelimelerdir, bunu kullananımız azdır. Bu kavramlar şunlarla değiştirilmiş; alıcı ve verici, nişancı ve hedef, pota ve sayı, yaz-güneşi ve kremsiz-yüz, bir-yetişkin ve son-gün-alınan-uçak-bileti, önemli-buluşma ve burunda-çıkan-sivilce vb.”
“Anladım, cinsiyetiniz olmadığı için, cinsiyetçiniz de yok ve böylece feministiniz de. Neyse, beni din adamlarınıza götürün.”
“Efendimiz, bizim oraya yaklaşmamız bile haramdır, şu gördüğünüz sivriliğin hemen arkasında yaşarlar. Selametle…”

Söylenen sivriliği geçtiğinde ilk kez koku aldığını hissettin ve tanıdık bir kokuydu bu. “Yoksa”, dedin, ama olamaz ki, “Yoksa toprağın kokusu mu bu?” Sivriliğin ardında bir çukur vardı, bu çukur geniş ve bollukla mücehhez. Akan nehirler, yükselen ağaçlar, zıplayan keçi ve otlanan sığırlar var. Merkeze doğru ilerledikçe, ilk gördüğün manzaranın çok daha ötesinde şeyler olduğuna tanık oldun. Burada medeniyet vardı. Din adamları, dedin, bu adamlar insanları kandırmış, gezegenin tek münbit yerine kendileri sahip olmuş, diğer insanları çıplak kayada, birbirlerini parçalayarak yaşamaya mahkum etmiş, bunu da en iğrenesi bir yolla, insanları sonsuz azap ve neşe ile yönlendirerek yapmışlar, “Yazık”, diye ekledin. Yapılması gereken belliydi, buranın liderine ulaşmak istediğini belirttin, ona ulaştın ve ” Kaotikainat kurallarını ihlâl ettiğiniz tespit edilmiş olup, içli köfte ve yoğurdun bana vermiş olduğu yetkiyle, gezegen ve üzerindeki tüm yaşam ikinci bir emre kadar dondurulmuştur. ” dedin… Derken, ne olsa beğenirsin, tüm bu kurduğun hayalleri bir ses bozdu, neyse ki zaten hayali dünyanın da sonuna gelmiştin, seslenen annendi “Yemek hazır, baban köfteleri bitirmeden yetiş, dolaptaki yoğurdu da getir!”

Ardından rahat bir nefes aldın… Oh… Ne kötü bir gezegendi orası, dünya cennet be cennet! Sen yemeğini yerken arkadan televizyonun sesi geliyordu:

“Birleşmiş İlletler ve İrileşmiş Milletler arasında yaşanan, verimli maden arazileri sebebiyle çıkan savaşta bugün 117 kişi yaşamını yitirdi, bugün ölenlerle birlikte toplam ölen insan sayısı 345043’e yükseldi… ”

Tüm renklerimin sahibi Yankı’dan ilhamla…

 

Eseybi Han

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: