Burada zamanın teli yok. Zamana yönelik hiçbir belirti yok. Büsbütün içine girdiğim çemberin iç cephesi bir gazetenin köşe yazısıyla kaplı. Avuç içimden destek alıp soğuk zeminden gövdemi kurtarıyorum. Pencere görevini gören cam fanusa doğru adımlarımı sayıyorum. Yirmi yedi, yirmi sekiz, yirmi dokuz. Toprağın altına çekiliyormuşum hissi, topuklarımdan saç telime doğru hücum ediyor. Cümlelerimi siper edip tam karşısına geçiyorum. Birkaç adım daha atsam Dante’ye kafa tutarım diye kabuğumdan işaret bekliyorum. Korkuyorum. Korktukça korkunun vücut bulmuş haline bürünüyorum. Sıcak kızgın yağ gibi tek cümleyi boğazıma tıkıyorum. Midemde gezinen kurtlar, oradan komşu organlara yol alıyor. Fanusu kör öden köşe yazısını ağzımın içinde çiğneyerek okumaya yelteniyorum. Diş etlerim dile geliyor. Duydun. Gördün. Yazdın. Duydun. Gördün. Yazdın. Duydun. Gördün. Yazdın. Kapı tıklatır gibi üç kez söyleyeceklerini yineledikten sonra benden karşılık bekliyor. Birinci tekil şahısla almak istediği yanıtı kendisine uzatıyorum. Ben duydum. Ondan önce gördüm. Herkesin kulağını tıkadığı yerde kalemimi sivrilttim. Dirseğimle dürtüp kâğıtta kendime gövdem kadar yer açtım. Tezgâhta son kalan istavriti almaya kimse yeltenmeden rakipsiz galip oldum. Herkesin gösterişsiz hüzünle sessiz dinlediği hikâyeyi büyük harflere boğdum. Günün buruşmuş suratında kayıp ben oldum. Kendi yazdığım kelimelerin ipini boynuma doladım, gaipten gelen ses oldum.

 

Burada zamanın izi yok. Çemberin ne tarafta olduğunun ne taraftan baktığınla da ilgisi yok. İçinde de dışında da kendimi aynı tarafta buluyorum. Zamanın kıtlığında kendime yurtsuz yerler seçiyorum. Fanusun ardındaki gök, eteğini yukarıya kıvırıyor. Saatini kestiremediğim bir gündüze yüzümü sıyırıyorum. İşin tadı kaçtı. Beni izleyenlere avazım çıktığı kadar bunu bağırmak istiyorum. Vazgeçip onların duymak istediği uygun kelimeler geveliyorum. Gördüm, duydum, yazdım ama pişman oldum. Son iki sözcük ses tellerimi kesiyor. Sol elime yazdığım, bana ait olmayan pişman olma eyleminin altında eziliyorum. İstediklerini almalarına yönelik uslu çocuk taklidi yapıyorum. Kimseye kendimi inandıramıyorum. Bıkkınlığın verdiği yorgunlukla bir müddet uyuyakalıyorum. Ne kadar uyuduğumu dahi bilemiyorum. Zamanımı gerin verin bana naraları atıyorum. Fanusun içinde yankılanan ses, değişime uğramadan bana geri dönüyor. İkinci sesin yankıdan ziyade tamamen bana aitmiş gibi çıkmasına nedense artık şaşırmıyorum. Belki de artık giderek istedikleri adam oluyorum.

 

“Her şey yazılmazmış, değil mi küçük adam?”

 

İki saniye önce duyduğum sözü ben demedim. Bunda yanılmış olamam sanırım. Benim haricimde, benliğim dışında bir ses duydum hayli zaman sonra. Bari bundan emin olma isteğiyle yanıyorum.

 

“Sadece iki gündür buradasın. Amma abartın!”

 

Konuşamıyorum. Yanıt vermeye yeltendiğim her hamle çene kemiğimde çıtırtıya neden oluyor. Kalemimi aldıkları gibi sıra sesimde olduğunu idrak etmem güç olmuyor.

 

Neden yaptığımı bilmeden, sadece içimdeki dürtüyle başımı bütün kuvvetimle sağa çeviriyorum. Bilmem kaç kez gezindiğim soğuk odada üstü falçatayla çizili masamı görüyorum. Masa tıpkı bıraktığım gibi. Uzatma kabloya bağlı açık gece lambası, dibinde bir bardaklık su kalmış sürahi, paketi henüz açılmamış çikolata, aynı anda okuduğum iki kitaptan açık sayfalar ve A4 kağıtları…Kirişe dayalı sırtımdan güç alarak yanında beliriyorum masamın. Geçirdiğim an kadar kafamda birikmiş yazıları kâğıda yedirmeye yelteniyorum, yapamıyorum.

 

“Bir şey eksik.”

 

Bir şey eksik. Eksikliği bulmamla bu odadan çıkabileceğim hissine kapılıyorum. Eksik olan, daha önce bende var olan olduğundan kaybettiğim bir şeyi aradığımı ve tüm bu olanların başlangıcının o kayıpta yattığı konusunda artık eminim. Geçmişimi hatırlıyorum. Kabul, tatminkâr bir geçmişe ait olamasam da şu anımdan pek hallice olduğu belli. En azından yazma eğilimim ve bunu hayata geçirecek şevkim vardı. Artık neyi aradığımı biliyorum. Bunu fark etmemle çevremdeki nesneler giderek netleşmeye başlıyor. Fanus, yavaşça nefes aldığım odama dönüşüyor. Tavandaki rutubeti görmemle astımım nüksediyor. Bu ayrıntıya dahi seviniyorum. Cama yapışık, kalemimden doğan köşe yazısı önüme düşüyor. Dantelli perdenin desen boşluklarından izmarit kokulu aklar gözümü karartıyor. Belimi kıvırıp el yordamıyla kâğıdı bulmaya çalışıyorum. Bu kez başlığı atlayıp yazının sonuna soluksuz geliyorum:

 

“Düşüncelerini kontrol ederek içinde var olanı ortaya çıkarmak senin elinde.”

 

Yazıyla ilgisiz son cümle bir yerlerden çıkıp saçlarımı narince okşuyor. Bunu ben yazmadığım konusunda kendimle bahse tutuşuyorum. Başıma boca edilen kızgın düşüncelere karşılık incecik gülümsüyorum. Bir şeyleri anlamış ile anlamamış arasındaki salıncakta iki tur sallanıyorum.

 

Başım, bir yere çarpmışçasına kuvvetli derecede ağrıyor. Avuç içimden destekle soğuk zeminden gövdemi kurtarıyorum. İki gündür aynı yerde hareketsiz durduğumu telefonumun ekranındaki takvimle idrak ediyorum. Günün ilk ışığı, dantelli perdemin aralığından bahar esintili yumuşatıcının kokusuyla sevişerek burun kemiğime ulaşıyor. Düşüncelerimi kontrol ederek içimde var olanı ortaya çıkarmak benim elimde. Birkaç saniye önce zihnimde yanan cümleye kendisine aşına olduğum bakışı fırlatıyorum. Yazamamanın da bir eylem olduğunu ve bunu uzun süredir yapmanın yorgunluğunu parmak uçlarımda duyumsuyorum. Ani hareketle olduğum yerden masaya yol alıyorum. Zihnimden geçen son cümlenin önümdeki A4 kağıdında yazılı olmasına şaşırmıyorum. Bileklerime yapışmış virgülleri, sağlam bir noktayla buluşturma isteğiyle cümlenin devamını bir dikişte nihayete erdiriyorum.
İyileşiyorum.

 

Özlem Yavuz

Abonelik
Bildir
guest
1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Bilgeli

Kendinizi başkalarına anlatmayın… Kalemine sağlık Özlem can

%d blogcu bunu beğendi: