
(KAMRAN’A MEKTUP)
Her yerde onu arıyorum Kamran! Büyük bir boşluk yaratıyor içimde onun yokluğu. Kendimi hep biraz eksik hissediyorum. Tek bildiğim -hatta bildiğim lafı çok iddialı oldu- hissettiğim onun derin yokluğu.
Ne olduğunu anlamak için muhtelif duyguları ölçüp tartıyorum. Aşk diyorum, evet aşk! Geçmişteki erkekler geliyor gözümün önüne: Kimisiyle platonik yaşamışım aşkı, kendisinin haberi bile olmamış. Kimisiyle bir süre hayatı paylaşıp sonra medenice ayrılmışız, ama hala arkadaşmışız, her zaman birbirimizin yanındaymışız falan, yersen işte! Kimisiyle, ayrılmadan önce iki kedi gibi birbirimize diklenip, tüylerimizi kabartıp, sonra kabadayı tavırlarla yan yan bakarak birdenbire kafa göz dalmışız. Kimisi çok koşmuş peşimden ama yüz vermemişim. Belki de iyi halt etmişim! Annem sonradan, “Çocuk da profesör oldu. Nesini sevmedin bu çocuğun?” diye dövünüp durmuş. “SGK’sı da vardır onun!” diye kafa bulup, aldırmadığımı anlatmaya çalışsam da o televizyona her çıktığında, gazetelere her demeç verdiğinde yüzüme üzgün üzgün bakmalarına engel olamamışım, ünlü bir profesörün eşi hanımefendi olamadığım için acımdan geberdiğimi falan sanmışlar ısrarla! Aşk değil galiba diyorum. Yine de aşk lafı içimi kıpırdattı biraz. Değil, ama buna yakın bir şey olabilir. Yine de bu değil Kamran!
Dostluk, arkadaşlık falan mı eksikliğini hissettiğim şey dediğim anda, “İnsafın kurusun” cevabını yapıştırıyor beynim. Kusura bakma sayın beynim, bazen çok karıştırıyorsun bir şeyleri ve ben şüphe etmeye başlıyorum. Ama sonra yine sen düzeltiyorsun beni! Evet ya, insafım kurusun! Daha yeni düşündüm geçenlerde. Altı tane gerçek dostum var. Kardeşimi de sayarsak yedi! Her zaman yanımda olmuş, desteklemişler beni. Başkaları inanmıyor altı rakamına. Bir insanın iki, bilemedin üç gerçek dostu olurmuş. O kadar iddialılar ki, bir süre sonra kimseye, “Altı gerçek dostum var, bonusu da kardeşim” demiyorum. Bunu demek artık bana anayasal bir suç işlediğim duygusu vermeye başladı. Bir insanın altı tane gerçek dostu olur mu? Ne ayıp!
E, bu arkadaşlık seçeneği de gayet fos olduğuna göre aradığım bu şey ne acaba Kamran? Bu korkunç boşluğa bir isim bile koyamıyorum ve canım çok sıkılıyor. Çocukluğumdan ailemle ilgili olmayan bazı kötü anılarım var, dayak, akran zorbalığı, öğretmen hışmı, vs… Ama ailem bu durumlarda da hep yanımdaydı. Beni sevmediklerini iddia edersem çarpılabilirim. Demek ki bu konuda da aradığımız boşluğa ulaşamıyoruz. Aradığımız boşluk yine kapsama alanı dışında!
Bazen sabah erken kalkıyorum Kamran. Kuşlar ötüyor, hava aydınlanıyor. Tam nirvanaya ulaşacağım boşluk geliyor, oturuyor göğsüme! “Hoş geldin boşluk! Sabahın köründe, rüyanda mı gördün beni, yine niye koptun geldin?” Boşluk susuyor. Karşı kıyının ışıkları tek tek sönüyor. Oysa geceleri onlardan medet umuyorum ben. Karşı kıyının ışıklarını hep sevdim. Ya da otomobille uzağından geçtiğim kasabaların ışıklarını. Aradığım şey oralardaydı belki. Ama sabah olunca onlar da gidiyor işte. Yenikapı sahil yolundaki arabaların yansımaları başlıyor. İşe gitmek lazım. Boşlukla teşriki mesaimiz şimdilik bitiyor. Yalancı bir iş-güç, koşturmaca kamufle ediyor onu bir süre.
Gece olunca salona konuşlanmak en sevdiğim şey. Bir kahve, kitap, defter, kalem, bilemedin biraz Youtube. Ve işte boşluk sahneye çıkıyor. Yıllar önce ilk seyrettiğim yetişkin oyunu “Kuşlar” geliyor aklıma. Rahmetli İsmet Ay’ın oyunun ortasında alakasız bir yerde, davul sesi eşliğinde sahneyi boydan boya geçmesi ve sonra hiçbir şey olmamış gibi oyuna kalınan yerden devam edilmesi. İsmet Ay gibi alakasız bir yerde davul zurnayla geçiş yapıyor boşluk! Sonra işte, iş-güç, oyuna devam yani!
Boşlukla iletişim kurmaya çalışıyorum. Ağzından laf almak istiyorum. Ser verip sır vermiyor, neyin boşluğu olduğunu, nasıl doldurulabileceğini anlatmıyor. Çok kitap okuyorum, her şeyi merak edip öğreniyorum, boşluk dolmuyor, konserler, tiyatro, sinema falan dolmuyor. Seyahat ediyorum, yazıyorum, dolmuyor! Olmuyor, olmuyor! Her sahneyi defalarca çekiyoruz ama boşluk dolmuyor.
Şöyle düşün Kamran: Ağzına kadar dolu bir oda var. Kütüphaneler ve kitaplar, televizyonlar, eşyalar şunlar bunlar. Odada aradığım şeyi bulamıyorum. Başkaları girer girmez ne lazımsa alıp çıkıyorlar. Birileri yardım edecek oluyor iyi niyetle. “Ne arıyorsun?” diyorlar. “Bilmiyorum ki!” diyorum. Tuhaf tuhaf bakıyorlar. O zaman tanıyorum, onlar normal insanlar! Cem Yılmaz gibi cümle içinde kullanıyorum onları: “Ben dün bir normal insan gördüm!” Normal insanlar, “Yuh bu odada da bulamıyorsan Allah’ından bul” diyerek uzaklaşıyorlar. Onu da denemedim değil. Kutsal kitapları hatmettim falan. Reikidir, astrolojidir, aile dizimidir hepsine bir göz atmışlığım var. Valla ne Allah’ımdan buldum, ne de onlardan! Ben de hepsini aforoz edip tüydüm. Şimdi onlar düşünsün!
Ben anlatamadım bu boşluğu sana Kamran, farkındayım. Yine bile anlatamıyorum. Mesela modern matematikte modlar vardır hani. Her modda ancak kendinden önceki sayılar kullanılabilir. Mesela üçlük moddaki bir sayı ancak 0,1 ve 2 rakamlarından oluşabilir. Biz onluk sayı sistemini kullanıyoruz. Tüm rakamlarımız 0123456789un türevleri. Bildiniz mi? İşte ben üçlük modda yaşayıp mesela 9 sayısını arayan bir meczup gibiyim. Hissediyorum ki öyle bir şey var ama benim bulunduğum modda tanımlanabilen ya da kullanılan bir şey değil bu. Yani, başka türlü bir şey benim istediğim!
Bu hafta sonu arkadaşlarla çok eğlendik. Eve geçiyoruz, erkek arkadaşım beni kucaklayıp benimle gurur duyduğunu söylüyor. Saatler sonra yatağın sol yanına büzüşmüş duvara bakarken sinir bozucu boşlukla karşı karşıyayım yine. Asabım bozuluyor, mutfağa yöneliyorum. Keyiflenmek için bir şeyler yemeliyim. Bu da başka bir bağımlılık işte. 10 yılda 26 kilo almışım!
Bir kurabiye kutusu buluyorum. Mal bulmuş Mağribi gibi atlıyorum kurabiyelerin birine. Bunlar senin Feride’ye götürdüğün kurabiyelere benziyor. Kendi kendime, “Bunların adı ne Kamran?” diyorum dizideki gibi. Sonra senin yerine, dizidekinden farklı bir cevap veriyorum: “Bunların adı boşluk”. Sonra aynı dizideki Feride gibi hırsla kurabiyeyi ısırıp, “Ne yazık ben boşlukları hiç sevmem” diyorum. Böyle ara sıra kendi kendime film de çevirmesem hayat hiç çekilmezdi. Ömrümce hep adım adım, her yerde aradığım şeyi bak yine bulamadım Kamran. Kalbimde bile bulamadım! Psikologlar bu varoluşsal sorunlara çözüm olarak insanın kendisini aşkın bir amaca adamasını öneriyorlar. Kısmen işe yarıyor. Ne ölebilen ne iyileşebilen ruhlara palyatif çözümler! 5 yaşında bir kız çocuğu düşün Kâmran: Bir eli kafasında dalgın dalgın saçlarını karıştırıyor. Diğer eli çenesinde, gözlerini ileride sabit bir noktaya dikmiş. Annesi soruyor: “Ne yapıyorsun kızım?” Ciddiyetle cevap veriyor küçük kız: “Düşünüyorum anne.” “Ne düşünüyorsun kızım?” Küçük kız gözlerini o sabit noktadan ayırmadan cevap veriyor: “Büyüdüğümü düşünüyorum anne.” Bir şey diyeyim mi, 5 yaşında top oynamak yerine büyüdüğünü düşünen çocuklar 45 ya da 55lerinde de iflah olmuyorlar Kâmran! Çünkü onlar okumaya başlar başlamaz senin gibileri ve sizler için yaratılmış o muhabbetli, samimi (ve de hayali!) dünyaları tanıyorlar. Zannediyorlar ki hayat gerçekten böyle bir sıcaklık, samimiyet içeren pamuk şekerli bir şeydir! Sonra arayış başlıyor! Bitmeyen bir arayış! Olmayan bir şeyi aramak doğal olarak beyhude bir çaba, fakat bunu kabullenmek de o kadar kolay değil! Bir süre sonra ne aradığını bile unutuyor insan! Senin, o kitabın sayfaları ya da o televizyon dizisinin kareleri arasındaki hayatında böyle dertlerin var mı Kamran?
Saat gecenin yarısı olmuş. Senin de kafanı ütüledim. Hadi git yat, İyi gecelerin olsun Kamran. Feride’ye de benden çok sevgiler, selamlar!




