Kendisi dünyaya gelmeden önce İsveç ile Norveç’in Danimarka’nın siyasi hâkimiyetinden kurtulmuş olmaları Henrik Ibsen’i tatmin etmez; O Norveç’in ikiz devlet anlayışıyla bağlı olduğu İsveç’ten   ayrılıp tam bağımsızlığını ilan etmesini ister. Ülkesi tam bağımsızlığına kavuştuktan bir yıl sonra da yaşamını yitirir. Yabancı ülkelerden ülkesinin bağımsızlığına kavuşması için destek vermelerini ister. Ülkesinin bağımsızlığını sürgündeyken bile savunur. Norveç’in İsveç’le olan kader bağına karşı çıkmaz; ama ülkesinde Danimarka ile Almanya kültürünün hâkim olmasına karşı çıkar.  Norveç’te kendi dilinde eser oynatılan tek bir tiyatro yoktur; kendi halkının  kültürüne/ düşüncesine ille de yaşam biçimine yer yoktur. Kültürleri elinden alınmış bir ülkenin insanı olmak onun için bir hakarettir. Ticaret alanları kısıtlı olan halkının ya denizcilik ya da balıkçılık ticaretiyle uğraşmasına izin verilir. Sanayisi gelişmemiş Norveç’te halk sadece dini yortularda bir araya gelmektedir. Norveç’te insanlar ezilmişliğin/ yoksulluğun sonucu olarak içe kapanırlar ve işlerinden artakalan zamanlarda da kitap okurlar. Halka dayatılan edebiyat, ortaçağdan kalma kahramanlık günlerini anlatan maceralar, destansı savaş şiirlerinden ibarettir. Ibsen’in ülkesinde Alman/ Danimarka diliyle yazan yazarların yapıtları basılıyordu sadece. Ibsen, şiddetle karşı çıktı yapılan kültür /düşünce yıkımına. Bir ülkenin kutsal olan değeri kültürü, dili, inancı ve yaşayış biçimidir. Değerlerinden soyutlanmış bir ülkenin halkı ötekileştirilmeye mahkûmdur. İnsanların kendisinden başka birine benzetildiği bir dünyada yaşamanın canlı canlı mezara gömülmekten bir farkı yoktu.  Muhalif kişiliğin mızrağın ucunu önce halka sonra sisteme çevirdi. Halkı milliyetçilik bilinciyle ayaklandırarak yapılan insanlık ayıbının ortadan kalkacağını düşündü. Ana dilde yazılan eserlerden oluşan bir kütüphane oluşturdu ülkesinde. Bugün ülkedeki dünya edebiyatında iz bırakan şair /yazarların bazıları arkadaşı bazıları da onun yazına kazandırdığı değerlerdir. Björnson, Paul Botten Hansen… Sanatçılardan halkını gerçekten tanımalarını ve  sorunlarını yabancı ülkelerde gündeme getirmeleri için onların değişik ülkelere gitmelerini ister. Kendisi de çıktığı seyahatten ülkesine dönmez; İtalya’da, Orta Avrupa’da kalır.

  “Ibsen, anne tarafından Alman, baba tarafından İskoç kanı taşır. Ruhu hayatı boyunca Danimarka ile İskoç gelenekleri arasında mekik dokur. Gözlerini küçük Norveç kasabası olan Skien’de 1828’de açar. Keresteci babası neşeli, hayat dolu birisi; annesi ise içine kapanık, hüzünlü bir kadındır. Ailesi kasabanın önde gelenlerindendir. Yoksullukla sekiz yaşında babasının iflasıyla tanışır.  On altı yaşında eczalığa yönelir ama beş yıl sonra meslek olarak edebiyatı tercih eder. Şiir duygularını ifade etmekte yetersiz kalınca nesre yönelir. Nesir çalışmaları onu oyun yazarlığına kavuşturur.  İlk tiyatro oyunu Catilina sahnelendiğinde fazla beğeni toplamaz. İkinci eseri Tumulus’u yazar. İçe kapanıklığı hırsını daha da kamçılar. Kristianya’ya yerleşmesi Bergen tiyatrosunda rejisör olmasını sağlar.   Görevin gereği turnelere çıkar ve tiyatro sanatının derinliklerine iner.  On yılını verdiğin Norveç tiyatrosunda yüz elli eseri kendi üslubuna uygulayarak sahneler. 

     Ülkesinde başlayan milliyetçi akım onu sevindirir. 1853’te ilgi görmeyen oyunu Saint-Jean Gecesi Bergen Tiyatrosu’nda sahnelenir. Âşık olduğu kızla evlenir. Bir zamanlar hak ettiği ilgiyi görmediği Kristianya’ya yıllar sonra gelir ve bu kez beklemediği bir ilgiyle karşılanır.  On iki yıl Kristianya tiyatrosunda Danimarka tiyatrosunun düşünce biçimini silmek için savaşır. Halkın milliyetçi duygulara sarılması onun mücadelesinde taraftar toplamasını sağlar.  Hayatını Norveç tiyatrosunu milli tiyatro haline getirmeye adar. O, “Kuvvetli adamın yalnız olduğunu” söyler. 1859’da Norveçliler Birliği’ni kurar ve başkanlığına da Björnson’u getirir. Norveçliler Birliği çok geçmeden siyasetin güdümüne girer.  Aşk Komedyası’nı yazarak savaş açar birliğin siyasileştirmesine. Riyakârlığa, ille de çıkar siyasetine karşı açtığı savaşın bedelleri ağır olur.  Ülkesindeki aydınlar/ sanatçılar ve şairler basının ona açtığı savaştaki yerlerini alırlar. Ülkesinde yerinin olmadığını düşünür.

      Başyapıt değerindeki Rrand’ı yayımlar ve eser dört baskı yapınca eseriyle birlikte o da şöhrete kavuşur.  Peer Gynt eseri onun tiyatroda modern dramın atası olduğunu kanıtlar. Başarı ile birlikte şöhrete ulaşması kolay olmaz. Düşüncelerini ifade etme özgürlüğüne kavuşur. Düşüncelerine değer veren insanların var olduğunu görür sağlığında.

      Brand ve Peer Gynt adlı oyunlarında da yalan/ gerçek ilişkisine değinir. Ya hep ya hiç anlayışını benimseyen ve dini yaşamının odak noktası haline getiren Rand’ın dibe vuruşuna; serüvenci Peer Gynt’ın ise başarısızlığına şahit oluruz. Bu iki karakterin ortak noktaları kendilerini sıkan yavan burjuva dünyasına başkaldırmalarıdır. İşin özünde gittikleri yol farklı olsa da her ikisi de iktidar ve güç peşindedir. Brand,  inanç yolunda ödün vermeden yürür, Peer ise kendini gerçekleştirme yolunda üçkâğıtçılığı kanıksar.

  İbsen, Peer’i çıkarcılığın / gücün; Brand’ı ise, bağnazlığın ve köktenciliğin sembolü olarak karşımıza çıkartır.   

Onun amacı oyunu izleyen izleyiciye birey bilinci aşılamaktır.

            Her iki oyunda gücün temsilcisi erkeklerin kadınlar üzerindeki baskıcı rolüne de dikkatleri çeker Ibsen. Brand’ın kadını Agnes, sevdiği erkek için ölüm yolunu seçerek, yaşam hakkından vaz geçer. Peer’in sevgilisi Solveig ise yaşlanıp gözleri kör olana dek sevgilisinin yolunu bekler.

        İbsen’in diğer oyunlarına da kısaca değinmek isterim. Mısır’da iken “Gençlerin Birleşmesi” oyunu yuhalandığı için sanata küser ve yedi yıl tiyatro oyunu yazmaz. Tarihi tiyatro oyununa dahil ederek ölümsüzleştirdiği İmparator ve Galyalılar adlı dramı 1898’de Leipzig’de temsil edildiğinde tiyatro sahnesinin oyunların sergilenmesi için var olduğunu kanıtlar. Burjuva cemiyetine karşı verdiği savaşı son nefesine kadar devam eder. Bebek Evi’nde kadınla erkek arasındaki görev eşitliği adı altında yaratılan eşitsizliği sergiler.  Burjuvanın çocuk olayına bakışını yerdiği Hortlaklar oyununda ise tüm dikkatleri üstüne çeker.  Üzerine çektiği tehlikeli dikkat nedeniyle dönemin ilerici (!) eleştirmenleri onu yerden yere vurur. Londra’da ahlaksızlığına karşı ayaklanır halk. Ibsen, düşüncelerini Halk Düşmanı oyununda savunur.  Dr. Stockman karakterinin ağzıyla söylediği  “En kuvvetli insan, yalnız olandır” sözüyle yalnızlığından aldığı güçle baskıların onu yıldıramayacağını haykırır. Yalnızlığı tanrılaştırması demokratları kızdırır. Çoğunluğu tekeline alan demokratlar onun yalnızlığı kutsallaştırmasının sonucu halkın ayaklanacağından ve tahtlarından olacaklarından korkarlar.  Yazdığın her oyun konfor içinde yaşayan kesimleri tehdit eder. Yaban Ördeği’ni yazar. Burjuva cemiyetine karşı duyumsadığı acıma ve tiksintiyi bu oyunda da ortaya koyar.

 Değerli ustanın tiyatro eserlerini üç grupta değerlendirmemiz gerekir: Birinci grupta manzum olarak yazdığı romantik dramlar: (Catilina, Madam Inger Oestraat…); ikincisin de lirik ve felsefi oyunlar: (Aşk Komedyası, Brand…); üçüncüsünde ise Modern Dramlar: (Hortlaklar, Gençler Birliği, Yaban Ördeği…)

        Evet, halkının özgürleştiğini görmeden ölmeyen bu büyük ustanın mücadelesine ölümünden sonra dünya şapka çıkarır.       

 

Hernik İbsen. İki Oyun. [Brand] ve [Peer Gynt] İş Bankası Yayınları. Çev.Zehra İpşiroğlu- Seniha Bedri Göknil.S. 384

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments