Sahi, sen küçükken ne olmak istiyordun?
Hayat, kelimeler dilimize düştüğünde mi başlar, yoksa ilk anne karnına düştüğümüzde mi? Peki, ne olmak istediğimize tam olarak ne zaman karar veririz? Ya da gerçekten karar verebilir miyiz? Sanki sonsuzlukla dünyaya geliriz, hep var olurcasına yaşarız bu dünyayı. İnsanları severiz bu süreçte, bağlanırız çılgınca. Onlar da hep hayatımızda olacaklarmış gibi yaşarız. Sorgusuz, korkmadan, akışına bırakırız kendimizi… Bu hayatın neresinde olduğumuzu bilmeden yaşarız işte.
Sahi, sen küçükken ne olmak istiyordun?
Bizim küçüktü hayallerimiz, büyük hayaller kuramadık. Belki de büyük hayal nasıl kurulur bilemedik. Mütevazı yaşamın muhtevasıydık biz. Çocuk saflığındaki gözbebeğiydik işte. Ne olmak isteyebilirdik ki? Koca dünyanın bir silüeti olmaya çalışıyorduk sadece… Sonra yavaş yavaş büyümeye başladık. İşler işte orada bir karıştı sanki… O sine saf hâli bulanıklaşmaya yüz tuttu. Korkular çoğaldı, renkler azaldı…
Sahi, sen küçükken ne olmak istiyordun?
Ben bir gülüş olmak isterdim mesela… Ay da güneş de aydınlatır mıydı beni, bilinmez. İsterdim işte… Evrenin kalbi olarak var olmak, sonra… Sanki ben olmazsam her şey yok olacak gibi… Olur muydu yahu öyle şey? Olurdu aslında… Biraz daha yaş almalıydım belki de… Daha çok kitap okuyup daha çok insanla bir araya gelmeliydim. Güçlü olmalıydım. Güçlü olmalıydım ki sağlam serzenişlere sağlam bakışlarla karşılık verebileyim… Ayakta durmalıydım işte. Ayaklarımın üstüne “Buralar benim!” dercesine basmalıydım. Korkmamalıydım. Layıkıyla bu görevi üstlenebilmeliydim.
Sahi, sen küçükken ne olmak istiyordun?
Bak, ben bir de ne olmak isterdim, biliyor musun? Karanlık yüzlerin aydınlık yüzü olmak isterdim. Solmuş hayatların başkahramanı olmalıydım. Olmalıydım ki sergüzeşt yüzlerin aydınlandığına şahitlik edeyim. Ya, söylesene… Olur muydu böyle bir şey? Heyecandan yanakları al al olmuş, mahcup gülüşlü, kiraz dudaklı, örgülü saçlı, kirli elleri ve koca koca gözleri olan çocuklar tanımak isterdim. İsterdim işte!
Sahi ya, ben ne olmak isterdim?..