Apartmanın kapısının otomatiğine basarken kapının ne kadar dökük ve kirli olduğunun farkına vardı Nazan. Kaç kavga gecesi sonrası daire kapıları gürültü ile kapanmış, bazen kendi bazen de kocası apartmanın eski mozaik merdivenlerinden koşarak evden çıkmış, Kadıköy’ün kalabalık ara sokaklarında dolaşmıştılar. Sayısız kavga dolu geceler, sayısız sokak arası dolaşmalar. Bugün, uzun zaman önce verdikleri ayrılık kararını noktalandıracakları bir gündü artık. Altı aydır ayrı evlerde yaşıyorlardı. On yedi yaşındaki kızı odasında sesini sonuna kadar açtığı müziği dinliyordu. “Ben çıkıyorum, haberleşiriz.” diye yüksek sesle söyledi kızına. Apartmanın dökük kapısından çıkar çıkmaz başını kaldırıp balkonlarına baktı. Akşam güneşinin kızının bisikletine vurmuş görüntüsüne bir de denizden gelen rüzgâr ile sardunya çiçeğinin savrulan yapraklarının görüntüsü de eklenmişti. Yıllardır yaşadıkları bu eve, içindeki öfkenin üstün geldiği hüzün ile baktı. Aldatılmak; değersizlik hissettiren bu duygu, bunu yaşatan kişilerin kolayca üzerinden atacakları bir şey olmamalı. Aldatılmışlık duygusu kaç insanın başına gelmemiş olabilir ki? Evet soruyu tersten sormak daha iyi geldi Nazan’a… Cevabını biliyordu aslında, bir avuç insan diye düşündü. Bütün güzel şeylerin bir avuç olduğu bir dünyaydı burası. Okuduğu kitapların yüzde kaçı hırs yapmadan, hayatın gerçeğinin peşindeki derin algı ile yazılmıştı? Emek harcayarak karın tokluğuna çalışan işçilerin haklarını artırmak isteyen patronları var mıydı? Kocasından ayrılmış kadınlara yakınlık gösterip evine çağıran evli kadınlar var mıydı? Vardı, bir avuç kadardılar sadece…. Tüm bunları düşünürken onu Kadıköy’ün ara sokağında bir meyhanede bekleyen kocasının yanına varmıştı bile. Delicesine âşık oldukları günlerin hazzı canını yaktı. Şimdi iki yabancı gibi konuşacakları masayı görünce kocasının yanına gitti. Ayrılıktan korkuyordu karaktersiz, bitmeyen ikna sürecine bu günü de eklemişti. Beyaz at kuyruğu yaptığı saçları ne kadar bakımsız duruyordu. Cam kenarı bir masaya oturmuş sigara, çay içiyordu. Nazan’ı görünce öpüşmeye hamle yaptıysa da geri çekilerek tokalaştı. Nazan, karşısında göz kapakları şişmiş adama bakarken yıllar önce zayıf, elinde bir demet kasımpatı ile kendisini bekleyen adamın hâli ile şu an arasında gitti geldi duyguları. İçinden sürekli “sahtekâr” demek geliyordu. Nazan’ı görünce suratını kaplayan bıyık ve sakalları altından gerçek olduğu anlaşılan bir gülümseme yayılmıştı adamın yüzüne. Nazan, yıllar geçse de adamın değişmeyen çekici gülüşünü görünce kaç kadınla birlikte olduğunu düşünmeden edemedi. Kaç kadının kokusunda kendini avutmuş, meyhane köşelerinde içmişti kim bilir? “Meyhanelerin karanlık ruhları olur.” dedi içinden. “Sevdalı boş kalplerin sancısı dolar masaya, sandalyeye. Bazen yıllarca orada kalır o ruhlar hiçbir garsona görünmeden.” Nazan öfke dolu yüreğini susturamadıkça zihni dağılıyordu. “Ne içersin?” diye sordu kocası. “Birer rakı içelim mi?” diye ekledi. “Hayır.” diyemedi. Öyle ihtiyacı vardı ki o bir dubleye… “Sen seversin kalamar da söylüyorum.” dedikten sonra yorgunluktan boş bakan garsona siparişini Verdi. Yan masada bir zampara karşısındakine bakmak yerine, boş bulduğu gözlere bakarak hafif gülümseme hamlelerine giriyordu. Herkes de bunun farkındaydı aslında… Bir anda, loş ışıklı meyhanenin müşterileri, beyaz saçlı, at kuyruklu, gözlüklü, elli yaş civarı, tuhaf bir koku yayan kişi oluvermiş; bütün meyhaneyi kirli bir giysinin üstüne sıkılan ucuz parfüm, sigara, içki kokusu ile doldurmuşlardı. “İkimizde başka birisini bulamayız artık, birbirimize muhtacız.” diyordu kocası. Belli ki her anlamda iyice sıkışmıştı, ekonomik durumu zaten bu ruhla ne kadar iyi olabilirdi ki? Karşısında sadece başka bir kadının kokusunda konuşan bir yabancı görüyordu oysa. Rakıdan bir yudum aldı, içi yandı. Sonra birden kafasına dikti. Kocası sevgi dolu bir gülümseme hâlindeydi. “Rakıyı böyle içmezdin.” diyen kocasını cevaplamadı. Başka geceler yeni tanıdığı adamlarla bira içtiği günler geldi aklına. Kocasına bakınca tanıdık bir omuza kafasını koyma duygusu içini kaplıyordu. Aşksız bir eli tutup buradan çıkamayacaktı. Kendini biliyordu Nazan. Bir hamle ile bir şiirden iki dize söyledi kocası. Ne komik olmuştu, lafı dönüp dolaştırıp ‘seni seviyorum’a getiriyordu. Ama rakı ile gevşeyen vücudu bile buraya dayanamıyordu artık. Kalkmak istediğini söyledi. Yan masadaki adam gülümsedi Nazan’ın boş bakan gözlerine. Nazan oraya kusmak istediğini anladı. Kusmadan paltosunu giydi hemen. Kocası, canım diye seslendiği garsona ödemesini yaptı. İki yabancı gibi çıktıkları meyhaneden. Tam tokalaşırken adam, karısını kendine doğru çekti. “Yapma Nazan, bizi ayırma.” dedi. Nazan arkasını dönerek meyhanelerin arasından giderken adam gözlerinden gelen yaşlarla kirlenen gözlüğünü silmese önünü göremeyecekti. O da Nazan’a arkasını dönerek iskeleye doğru yürümeye karar verdi.