Her zamanki gibi sıradan bir sabaha uyandı adam. Normal bir günde yapacaklarını yapmayı planlarken gözü masanın üzerindeki takvime takıldı, 14 Şubatı gösteriyordu takvim. Heyecanlandı birden – heyecanının sebebi herkesle aynı değildi.- Doğum günüm dedi. 39 yıl önce bugün doğmuşum…

Bugünü kendine ayırmaya karar verdi. Telefonu eline aldı ve bugün işe gelemeyeceğini, biraz rahatsız olduğunu bildirdi iş yerine. (Muhtemelen şaşırmıştır müdürü çünkü ilk defa izin istiyordu.) İş arkadaşlarının kendisini merak etmeyip aramayacağını da biliyordu. O sıradan bir insandı, varlığı ile yokluğu arasında çok fark olmayan, alelade bir insan…

Bugün kendisine izin vermişti. Uzun süre yatakta oyalandı.  Kalktı her zamanki gibi birkaç kişiye yetebilecek ancak bir bardak içilebilecek bir çay demledi ve çayını 2. Sigarası ile içti. Hazırlandı. Kendine vereceği hediyeleri düşünerek çıktı evden. Önce dedi bir yemek yemeli en güzel yerde( Bildiği en güzel yerler esnaf lokantalarıydı, hem ucuz hem kaliteli olarak adlandırıyordu.). yemeğini afiyetle yerken belki de son lokmasında aldığı doğum günü hediyeleri geçti içinden. Hatırlayabildiklerinin sayısı dostlarının sayısından bir hayli azdı. Dost mu edinememişti yoksa dostları hediye almaya mı üşeniyordu? Sorusu uzunca bir süre aklını kurcaladı. Zaten hediye alınmasını sevmiyorum diyerek bitirdi düşüncesini. “ Hediye vermeyi seviyorum.” diye geçirdi içinden. Biraz sesli geçirmişti içinden sanırım yan masadaki birkaç gencin dikkatini çekmişti. Çektiği dikkat birkaç saniyeden öte olmasa da onun için çok önemliydi ( 40 yaşına kadar dikkat çekmemeye özen gösteren bir kahramanın hikâyesiydi, sıradan olan ismi bile Türkiye’de en sıradan isimlerden olan-misal Ahmet- bir kahramanının hikayesiydi bu sonuçta.) Kendine ısmarladığı doğum günü yemeğinden sonra ayrıldı küçük esnaf lokantasından. Esnaf lokantaların yemeklerini seviyordu ve yemekten sonra garsonun ısmarladığı çayı ama bu sefer çay içmedi. Kendince sözleşmişti bu sefer doğum gününde Emirgana gidecekti ve hoş manzaralı bir ucuz çay bahçesinde kendisine en güzel çaylardan ısmarlayacaktı. Tatlı olmama ihtimaline karşılık bir kaç halka tatlı almayı da unutmadı. Garsona ikram ederim diye düşündü, (diş probleminden dolayı çok tatlı da yemiyordu aslında doğum günü kahramanımız).

Manzarası İstanbul’un herhangi bir yeri olan, sıradan bir çay bahçesine oturmayı seçti(Emirgan’a gitmeyi gözü almamıştı her zamanki gibi.), sıradan olmak yaşam tarzıydı. Ara sıra sıradan olmayan isyanlar gelse de içinden bir küfürle bastırıyordu isyanını. Varlığı dert olmayanın, yokluğu da hissedilmezdi hayat o kadar acımasızdı işte.

   Nereden aklıma geldi diye kızdı yine kendine. Doğum gününde olacak şey miydi? Ne güzel İstanbul manzaralı çayını içiyordu, sigarası çayının mezesi. Saate baktı, son otobüse yetişmeliyim dedi sanki karşısında birisi varmış gibi. Hesabı ödedi, fazladan aldığı tatlıları masanın üzerinde bıraktı ( garsona ikram edememişti, çok asık suratlıydı garson) neyse ki arkaya bakmak gibi bir huyu da yoktu. Garsonun ikramlık tatlıyı çöpe attığını da görmedi.

Eve geldiğinde doğum gününü dolu dolu kutladığı düşüncesi içini rahatlattı. Telefonu aldı eline bankaların, belediyenin yani resmi kurumların kutlama mesajlarını okudu tek tek. Teşekkür etti içinden. Birkaç kadeh rakı içti ki en büyük keyfiydi. Ve gözlerini bir yıl daha yaşlanmanın yorgunluğuyla kapattı.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments