Evlerin içi oda oda üzüntü,
Evlerin dışı pencere, duvar.
(Behçet Necatigil, Evler şiirinden.)

 

Babama; dedem bu evi yaptırıp teslim ettiğinde, bir ucundan uçak girse diğer ucundan çıkarmış, diye anlatmaya başlıyor adam. Kış gelip serpintili yağmurlar başlayınca, çıta ve gazel naylonundan pencere yapmış, evin içini yağmurdan, rüzgârdan bu şekilde korumuş babam diye devam ediyor adam, ben evi gezerken.

Evin içinde gözüme ilk takılan açık mavi ahşap bir büfeydi. İçinde el işlemesi oyalı yazmalar, tutacaklar, yazmaların arasında şans getirdiğine inanılan çaltı çekirdeği, üstünde kaplumbağa kurusu… Annemin çeyizlik büfesiymiş bu, yeni eve götürmedi nedendir bilmem dedi, adam.

Benim gözüm ambarın çekmecelerine odaklanmıştı. Zihnim ise, Bachelard’ın “Çekmeceler, bir evin sırlarını saklarlar; dolaplar, sandıklar saklı olanın estetiğini içerir.” sözleriyle yankılanıyordu.

Çekmeceleri açtım heyecanla…Topraktan arı yuvaları, Bursa manzaralı boş bir kartpostal, küçük bir cüzdan, kemerli bir elbise…Metrûk bir mekânı yaşatan da bazı yaşanmışlık izleri, hatıralar değil miydi zaten?.. Necatigil’in “Evlerin çoğunda dirlik düzen/Kalan bir hatıra oldu geçmişte.” mısraları belki de buna işaret ediyordu.

Ambarın kapaklarını açtı adam…Bu küçük yorgan ve yastığı annem beni büyütürken beşiğimin üstüne örtmek için kullanmış, dedi. Bu renkli yorganlar annemin çeyizinden kalma…Büfenin üstündeki ıstar tarağı kilim dokumak için…Eskiden, annem köyün kadınlarının entarisini koyun yünü karşılığında diker, o yünleri eğirir, boyar kilim dokur, satar ev ekonomisine katkı yapardı, diye ekledi adam.

Evin hemen hemen her odasında bulunan küçük büyük aynalar beni ara ara içine hapsederek bana bir şey fısıldıyordu ama tam olarak çözemiyordum söylediklerini, bulmaca gibi konuşuyorlardı biraz .

Salona geçince yine bir ayna karşıladı beni…Üzerindeki çiçek işlemeli, bazı askıları çamaşır mandalından olan askılık dikkatimi çekti. Ben sormadan adam, ortaokulda ev ekonomisi dersinde hocamız yaptırmıştı, dedi.

Su yeşili renkli kapısı olan yer banyoydu. Bir köşede kıstırılmış güğüm, büyük kazan kepçesi, sarı terlikler,tokucak…Her pazar annemin kazanda su kaynatıp hem beni hem çamaşırları bu kepçeyle su dökerek iyice yıkadığını-Gözünü kapat sabun kaçmasın-uyarısına rağmen gözümü her defasında sabun köpüklerinin yaktığını-hayal meyal , tebessümle hatırlıyorum  şimdi dedi, adam. Şair de, Evlerde saadetler sabun gibi köpürdü, diyordu galiba.

Mutfağa geçince camsız bir ahşap kapıda keçi kılından dokunmuş  bir çul çıktı karşımıza. Biraz daha mercek altına alınca odayı; kahverengi cam bardaklar, sarı boyalı ahşap kül tablosu, duvarda asılı fare tuzağı ve elek vs.vardı odada. Bunların da adamın annesinin çeyizlik eşyalarından olduğunu tahmin etmek zor olmadı artık ve teyit ettim.

Adam evin terk edilip yeni eve taşınılmasıyla kiler gibi kullanılmaya devam ettiğini, örneğin yeni evlerinde ocaklığın olmadığını, annesinin bayram arifelerinde pişileri bu evin ocaklığında yapıldığını söylese de evin sıvası kopmuş, demirleri çıkmış tavanı bu kullanımların suni bir teneffüsten öteye gitmediğinin göstergesiydi. Şaire bırakırsak sözü, Ev’in –den hâli uzaksınız.

Evin içindeki kapı zili, gece lambası, sökülmüş elektrik saati ve daha nicesi uzaklaşılan evin bizden uzaklaştığına delil izler olduğu kadar hatıraların ve unutulanların telmihiydi.

Evden çıkarken adam, Sen bol bol fotoğraf çektin ama ben ise mekânda hatıralar yolculuğu yaptım çünkü her eşya benim için eşyadan öte anısal bir imgeydi, dedi.

Ben ise aynaların bana ne söylediğini bulmanın keyfiyle evin dışını fotoğraflamaya devam ettim.

Ne mi söylüyordu bana aynalar: “Anlatılan aslında senin hikâyen.”

Evim dışını ise ben değil fotoğraflarla sen anlat dedi adam.

 

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: