Gün daha yeni ağarıyor. Güneş iyice kızıla çalmış gösteriyor kendini. Yürüyorum.  Cuma pazarına yetişmem lazım. Patron varmak üzeredir pazara. Geç kalırsam yine onun susmak bilmez çenesini çekmek zorundayım. Bir kere açıldın mı çenesi, bir kere bir açığını yakaladı mı insanın, konuşur. Konuşur da susmaz.

Daha hızlı yürümeliyim, yürümeliyim ki bir an önce pazarda olmalıyım.

Pazara vardım, ben vardığımda patron yeni gelmişti. Bir iki dakika önce muhtemelen ama ger gör ki ne fayda. Ben onun gözünde yine geç kaldım işe. Hiç konuşmadan direkt işe başladım. Kamyonetin arka kapağını açtım ve malların olduğu sandıkları indirmeye koyuldum. Sandıklara gücüm yetmiyordu. Önce kamyonetin kasasına atlıyordum. Sandıkları sürükleyerek arka kapağın oraya çekiyor, sonra aşağı atlayıp sandıkları kucağıma alıyordum. Patron ise söyleniyordu.

“Hem geç geliyorsun, hem de bir sandığa gücün yetmiyor. Ne diye sana iş veriyorsam. Hergele.”

Yeşillik satıyorduk daha çok. Marul, yeşil soğan, roka, ıspanak, maydanoz, dereotu falan. Bunları satmanın kötü yönü şudur ki, bittikçe çeşmeden su taşırım ve belli aralıklarla tezgâhtaki malları sularım. Şimdi de maydanozları suluyordum. O sırada geldi aklıma babamın dedikleri.

“Paranı al bugün gelirken de iki paket tütün al,” demişti babam. Bunu düşünüyordum. Annem bir şey ısmarlamamıştı. Zaten annem bana pek bir şey ısmarlamazdı ama ben biliyordum. Biliyordum evde yağ bitmişti. Dün gece yarısı annemle babam bağırıp çağırıyordu birbirine. Annem neden yağ almadığını soruyordu, babam da “para olup olmadığını sor bir kere de açgözlü karı,” diye cevap veriyordu. 

Hem marulları suluyor, hem düşünüyordum. Benim kafama takılan daha çok patrondu. Bu patron olacak herif benim haftalığımı pazar günleri veriyordu. Daha önce kaç kere erken istediysem vermedi. Bir keresinde babam çok zorladı beni, çok korktum da o zaman yalvar yakar sadece o bir günün parasını alabilmiştim. O parayı almıştım ama babam yine de ağzıma tükürmüştü. Patrona yalvardım diye değil, neden tüm haftalığı alamadım diye demediğini bırakmamıştı. Yine babamdan hakaret işitmek istemiyordum. Patrondan parayı almalıydım. Almalıydım da bu herif bana parayı nasıl verecek? İki paket tütün olmuş en ucuzu otuz lira. Bir litre yağ alsam elli lira. Ben zaten günlük altmış lira alıyorum. Patrondan zar zor bir günlüğümü alsam yine yetmiyor. Neyse, ıspanaklara su kalmadı, yine gidip çeşmeden doldurmalı.

Akşam olup arabayı yüklediğimizde hava kararmıştı. Belim fena ağrıyordu ama şu an ne ağrı düşünüyordum, ne sızı. Patronun yanına sokuldum. “Tahir, abi,” dedim. Bana haftalığımı versen, ihtiyaç var, evden bir şeyler ısmarladılar.” Duymazlığa geldi beni. Bindi arabaya, çevirdi kontağı. Cama yapıştım. “Abi,” dedim. “En azından seksen lira ver, valla evden istediler, eve bir şeyler alacam,” dedim. Yine duymazlığa geldi. Arabayı sürdü ileri. Cama iyice tutunup ben de koşmaya başladım. En son yorulunca da vurdum yumruğu cama. “Versene lan paramı, sadaka mı veriyorsun it herif, lazım dedik işte,” dedim.  Babamdan korkuya demiştim bu lafları. Hem babamdan korkuya hem de annem için dayanamadım sövdüm patrona.

İndi kamyonetten aşağı, yavaşça geldi. “Kaç para istiyorsun?” dedi.  “Seksen lira versen yeter,” dedim. Eline cebine attı. Şaşırdım. Çok sakindi, kızmamıştı. Sevindim, yüzüm güldü. Gülünce de diğer eliyle çaldı tokadı yüzüme. “Siktir git, al sana para! Yarın gelme, it oğlu seni,” dedi. Para falan da vermeden bastı gitti.

Koştum, ne kadar, nereye koştum bilmiyorum. Arkamı döndüm, alıp yatırdım uzun uzadıya. Ağlamadım. Ağlayamadım. Yüzüm doksan beş yaşındaki bir adamdan daha çok buruştu. Bir kötü oldum, bir kötü oldum ama yine de ağlayamadım. Babama sövdüm. Patrondan önce babama sövdüm de sövdüm. Sonra patrona, bir patrona bir babama! Tokadı yedim. İşimden oldum. Babamın istediği tütünleri alamadım. Evde yağ da yok.

Bir de babam muhakkak tütün al demişti. Eğer ona tütünü almazsam canımı okuyacaktı. Üzerine işten kovulduğumu söylersem hepten sonum demekti. Ufaktan yağmur yağmaya başlamıştı. Başka bir mahallede tanımadığım bir tütüncüye doğru yol aldım. Üzerim başım biraz ıslanmıştı. Dükkâna girerken üzerimi başımı düzelttim. Selam verdim ve en ucuzundan iki paket tütün istedim. Sonra neden en ucuzunu istediğimi düşündüm. Ne fark ederdi ki? Tütüncü tütünleri verdi. “Otuz lira,” dedi. 

“Hay, hay,” dedim. Elimi cebime attım. Diğer elime tütünleri aldım. Girerken bilerek kapatmadığım kapıya baktım ve kaptırdım sokağa doğru. Kalbim çok hızlı çarpıyordu. Kimseyi duymadım, kimseyi görmedim. Bizim mahallenin sınırındaki caminin avlusuna kadar koştum. Kimseyi duymadım. Duymadım ama sürekli biri hırsız diye bağırıyordu kulağımda sanki. Caminin avlusundan geçtim, bir sokak lambasının karşısında yıkık bir duvar bulup dizlerimi çöktüm. Kalbim çok hızlı atıyordu. Gözlerimi kapadım. Elimi göğsüme koyup dinlemeye başladım. Sürekli birileri “hırsız, hırsız” diye bağırıyordu. Babama gidiyorlardı. Babama söylüyorlardı.  Babam bana bakıyordu, herkes etrafıma toplanmış, “hırsız” diye bağırıyordu. Sürekli aynı şeyleri görüyordum.

Gözlerimi açtım. Şimdi ne yapacaktım? İşten kovulmuştum. Yetmemişti, hırsız olmuştum. Her yerde aranıyor olabilirdim. Belki de babam çoktan duydu. Ne yapacaktım. Annem hırsız olduğumu duysa ne yapar kim bilir? Acaba polis peşime düştü mü? Daha sote bir yere gitmeliydim. Gitsem ne olacak bulurlar artık beni. Beni herkes tanır artık. Beni herkes tanır!

Avcumun içinde buruşmuş, naylon paketteki tütünlere baktım. Naylon paketi açtım. Tütünler ıslanmıştı. Umursamadım. Bir tane çıkarttım içinden. Ağzıma götürdüm. İlk defa sigara içecektim. İçecektim ama çakmağım yoktu.  Onu bile beceremedim. Yine de götürdüm ağzıma. Dayadım sırtımı duvara. Yağmurda çiselemeye devam ediyordu. Sokak lambası kusursuz güzelliğiyle yanıyor, ama sokaktan bir kişi bile geçmiyordu.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: