O vakit bu vakit mi?  Hani bir aceminin dediği “Eğer bir gün bir suskunluk anında herkesin gözlerinin ışıldadığı bir vakit ya da bir evde neşeli sesler duyarken bunları onlara söylemekten asla çekinmeyecek ve ekleyeceğim: eğer taş bir duvara dokunduğunuzda aynı soğukluğu hissedebilseydiniz benimle ya da sessizlik anında bir çıt duyunca çıldırsaydınız öfkenizden işte o zaman aynı dili konuşabiliyor olurduk.”  Bu vakitte olmadığını biliyorum, gökten yağmur yağarken gözyaşlarını düşünmediğini biliyorum, bir kitabı okurken sonunu merak etmediğini, bir yola çıkarken amacının hep bir yere varmak olduğunu biliyorum. Küçük birkaç hediyen vardı ama sahipleri hiç gelmediği için toprak altına gömdün, hissediyorum. Sen hediyelerini bir denize emanet etmezsin bir kayık misali, sen onları saklar, hiç var olmamış olmalarını dilersin.

 

Biliyor musun: bir acemi fütursuzca his tanelerini serperken oraya buraya, bunların birkaç kelimeden ibaret olacağını düşünmemişti hiç. Niteleyecek birkaç kelime… İnsanlar da böyle midir hep? Sen bilirsin. Betimlenebilen birkaç kelimeler mi sadece? Sana sormak istediğim o kadar çok soru var ki adeta yolu bölünmüş bir göçmen kuş şaşkınlığı yaşıyorum bu soruları sorarken, nasıl oluyor da her şey bu kadar olağanken bir pişmanlık dehlizine kendini atmaktan tüm bu hissizliğine ve deryaları aşan hislerine rağmen vazgeçemiyorsun? Hiç farkında değilsin ama sen bir maceraperestsin. Herkesin bildiklerinden olmana gerek yok bunu biliyorsun “Sen yaşadığın günlerin toplamından daha yaşlı, aldığın nefeslerin tamamından daha fazlasın” tüm bunları bilmene rağmen neden hala kendini yoruyor, bir varoluş serüveni için diretiyorsun? Hatırlıyor musun acemilerden biri bir laf etmişti “Nerede olduğumu sordular, onlara özgür ruhlar için ayrılmış bir tablonun başında olduğumu söyledim, oldukları yerde gülümsediler, en son böyle bir gülümsemeyi anımsadığımda iki şehir arasında mektuplar gidip gelirdi, siluetler son tatlı uykularına bir çift ayakta dalarken…” Bunu hiç söyleme fırsatım olmadı; ama acemiler o tablonun başında senin için beklediler, iki şehir arasında mektuplar hep senin için gidip geldi. Siluetler son tatlı uykularına bir çift ayakta birkaç nota eşliğinde seni rüyalarında görmek için daldılar. Bunları sana anlatma fırsatını bir daha me zaman bulurum bilmiyorum, bilmeni istediğim bir şey var: acemiler son his tanelerini çevreye serperken hepsi senin ışığına ortak oldu, sokak lambaları ışığından utandığı için bozuldu, siluetler geride kalanları senin için sakladılar, yasayanlar o yokuşu sana varmak için nefessiz kalana kadar çıktılar. Sen bunu hiç bilmiyorsun ama acemiler yokuşu inerken siluetlerin her biri sana selam yolladılar.

 

                                                                           …

 

Beyaz kristal tanelerin yeryüzünü örttüğüne şahit olamayacakmış gibi hissediyorum. Uzun süredir hissetmekle delirmek arasında gidip gelen varlığım artık yolunu bulmuş gibi. Sanki hiçbir şey eskisi olmayacak bile demek gelmiyor içimden; eskiyi özlemediğimi de en iyi sen bilirsin. Eski sadece sabaha karşı birkaç toz bulutu görünce aklıma geliyor. Henüz yaşamak için birkaç küçük eforumun olduğu zamanları hatırlamaktan geriye de gidemiyorum. Kendimi telkin edebildiğim bir yaşamak gayesinin kalmayışı yalnızca benim suçum olamaz diye hatırlatıyorum her seferinde. Sen bilirsin; ben o karlı yolda yürürken varacağım yerin bir iç çekiş olacağını bilemedim. Bilsem kafamı dışarı bile çıkarmaz, sadece duyduğum birkaç rivayetle yetinmesini bilirdim. Küçük dostlarım beni terk etmiş durumda, artık siluetler ve onlar arasındaki restleşmeyi izlemeye bile iznim yok. İsli duvarlarda eskiden harlanmış birkaç ateş izi görürdük. Şimdi sadece birkaç acı çığlığın gölgeye resmedilişi var.

 

Sokaklar, yürüdüğümü sandığım yol ve sen… Artık bunların hiçbirinin gerçekten bana ait olmadığını öğrendiğim herhangi bir andayım. En büyük yanlış insanın kendi gibi olmadığı bir ana meyletmesiymiş. Keşke duyduklarım yetseydi bana da tarifini izah edemediğim birkaç hissizlik tanesini anlatmaya çalışmasaydım çaresizce. Yine cevaplar arıyorum, ne yazık ki hepsi yine hiçbir işe yaramayan birkaç cümleden ibaret ve yine ne yazık ki eskiye meyleden bir pişmanlık dehlizinin tam ortasındayım. Seni aramayı bırakalı çok oldu, asla kesişmeyecek iki ayrı yoldayız biz. Seninki daha aydınlık ve tahmin edilebilir bir cinsten ama ben… Ben artık dayanamıyor gibiyim. Değerli varlıklarını cezalandırmayı düşündüğüm birkaç insan bir yana böyle bitmemesi için her gün yeni bir umut satılıyor bana.

 

Her şeyin bilincinde gibiyim. İnsan zihninin kör kuyularında en çok neden korkmuş ise hepsinden korkmuş gibiyim. Bu korku rivayet edildiği gibi ruhunu özgür bırakan bir başlangıcın ilk adımı değil; daha çok küçük küçük zihnini kemiren küçücük bir kurt gibi. Ara sıra dolaşmasını hissettiğin, biraz şanslı günündeysen buna rağmen uyuyabildiğin, her gece aynı düşünceyle yatıp, her sabah aynı düşünceyle kalktığın, mekândaki küçük oyuklara bir anlam yüklediğin, ruhundaki oyuklarla oyunlar oynadığın tam aklımı kaybettim derken yeniden yeniden klişeleri yaptığın seni ne alıp götüren ne de buralarda kalmana müsaade eden bir korku.

 

Mekânın birinde çakılıp kalmış gibiyim. Eskiden kayboldum sanırdım; yanılmışım. Ben burada unutuldum. Kaybolsaydım eğer bir umudum olabilirdi bulunmaya dair. Nerede olduğumu kestiremeyen gözlerim kulaklarımla yarış halinde  ve rüzgâr her zamankinden acımasız. Unutuldum ve öfkem her bir uğultuda ensemden tutup sallıyor beni. Artık bunların hiçbirinin yan yana gelişi üzmüyor beni. En az bir taş duvar kadar soğuk, bir gece kadar sessizim bunlara karşı. Bir yerlerde bir fısıltı duydum “bu sigaralar boşuna yanıp, sönmüyor.” Rüzgâr bunu boşuna fısıldamış olamaz öyle değil mi? Sigaralar boşuna yanıp sönmüyor değil mi?

                                        

                                                                …

Saat sabaha karşı dört. Eğer bu sabahın bir dili olabilseydi şüphesiz siluetler ve benim hakkımda çok şey anlatılırdı. Ne kadar ürpertici bir andan yazmaya çalıştığım meçhul. Bir ihtimaller silsilesi içinden çarpa çarpa zamana karışıyor cümlelerim. Bir cam fanusun içinden dünyaya haykırmak gibi bu. Sesini kimsenin duymadığı bir an var, biliyorsun. Ben bu anlarda hep kendime yazıyorum. Bana yazdıklarım susturabiliyor bir tek beni. Eğer bu sabah insan suretine girip, tüm bunları herhangi birine de anlatabilseydi benim hakkımda da birkaç kelam edebilirdi doğrusu. Üzerine çok da yazılıp çizilecek şeyler olmasa da birkaç söz akardı benden de o taraflara. Biliyorsun, ne zaman hava çocukluğumdaki gibi olsa ağlamaklı kendime yazıyorum. Bu sabah öyle bir sabah. Sen bilirsin benim yüzümü okşayan rüzgârı, beni seven yolları. Aynı duygulardan daha büyük adımlarla geçiyor gibiyim. Yolum neden hep kendime çıkıyor? Kendimden kurtulabilecek miyim? Pembe bulutlar dikkatimi dağıtıyor ve kelimelerle aram eskisi gibi değil. Delirmek ile hissetmemek arasında gidip geldiğim oyun tamamlanmak üzere sanki bu sefer. Cümle kurmaya takati kalmıyor insanın hal böyleyken. Eğer birkaç afili laf edebilseydim, sana yine siluetlerden bahsederdim ama sanırım çocukluğumu anımsatan birkaç pembe bulut hatırına bu sabah bunu es geçeceğim. Bundan sonraki saniyeler için sanki hiç böyle hissetmemiş gibi davranacak, sanki hiç nefes almamış gibi soluk soluğa kalacağım. Kendimi gördüğüm her köşe başına hem büyük bir cesaret hem o ana kadar hissetmediğim bir korkuyla yaklaşacak yokluğun varlıktan daha anlamlı olduğu birkaç saniyeyi yaşayacağım. Kimse bilmiyor; ama sen benim hangi köşe başlarında neyi mırıldandığımı çok iyi bilirsin. Nereye yaklaşınca neyden kaçıyor olduğumu, alelade bir taş duvarın soğukluğunda tüm benliğimin anlamını bulduğumu. Bu sabahın bir dili olsaydı eğer gözüme takılan bir köşe başında nelerin beni beklediğini anlatırdı sana. Ben anlatamıyorum. Bu sabah bana sadece birkaç silueti tanımaya çalışmak fırsatı veriyor. Birazdan hiçbir şey olmamışçasına tekrar eski hale gelecek her şey. Sanki her şey çok normalmiş gibi sessizliğin kollarından gri yollara vurulacak insanlar. Bu sabah öyle bir sabah ki yarın uyandığımda beni kendimden şüpheye düşürecek, seni ise hiç var olmamışçasına sabahın karanlığına gömecek. Kendilerine umut satılanlar hikâyeler yazacaklar kendi aralarında, benim gibilerden bunlara inananlar çıkacak. Bu sabah öyle bir sabah ki akşam olduğunda doğru kalmış tek kişi olacak henüz hiç var olmayanlar olacak.

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: